Basın Konseyi dışında, hiçbir gasteci cemiyetine üye değiliz

Sünnetçi.. Fotoğrafçı.. Sarhoş..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    12 Kasım 2013


         Benim kısmetim 'mesaj'dan açılmış, çoluktan, çocuktan hergün bi şeyler geliyor. Bir tane de bugün geldi. Ama bugün gelen öbürleri gibi değil. İsmi lazım değil ben yaşlarda bir arkadaş, uzun yıllar Bolu'da yaşamış, emekli öğretmen. Söylemek istediklerini eğip bükmeden söylüyor, çaktırmadan laf sokuşturmaya kalkmıyor. Bozuk atıyor ama hakaret etmiyor, delikanlıca (bayan kendisi) haklı olduğuna inandığı şeyler için çıkışıyor, hatta biraz da sertçe çıkışıyor..
    ***
         Mesajı okurken hiç kızmadım, sonradan arkadaşıma gösterip "Sen ne anladın şimdi bundan bilader?" dediğimde aldığım cevaba bozuldum. Çok safmışım, pes yani, hala anlamıyormuşum. Kadın bana ince ince "hadi anca gidersin! Git mektebinde oku !" diyormuş.. "Anla abim, anla artık ! Bırak bu yazma çizme işlerini, uyan ! Senin benden başka dostun yok ! Bak ne güzel balığa gidiyoduk eskiden! Tavla oynuyoduk, hemde Erdal gibi sanal olanını değil gerçeğini oynuyoduk, plajda röntgene gidiyoduk..!"
    ***
         Vallahi billahi yalan! Röntgene inanmayın. Diğerleri tamam, doğru. Doğru söylüyor aslında arkadaşım, tavla oynadığın zaman her türlü stres den uzaklaşıyor, sadece oyuna odaklanıyorsun.. Bence herkes tavla oynamalı, özellikle de gençler.. Bak birde şu var; mutlu olmak istiyorsan; mahallenin hayvanlarıyla da irtibatı hiç kesmeyeceksin kedisiyle, köpeğiyle.. Hayvanlar gerçek dostu insanların, huzur veriyorlar..
    ***
          Serbest bırakın, her tarafa girip çıksınlar.. Bırakın kapının önündeki ayakkabılarınızı da alıp götürsünler. Yenisini bulursunuz. Geçen sefer size taktik bile vermedik mi? Büyük Cami'ye terliklerle Cuma'ya gidin eve 'Adidas' larla dönün demedik mi? Hatta terlikleri bile bırakmadan.. Biz Ayvalık'ta otururken; kümesten tavuk çalıyor diye mahallenin en sevimli köpeğini öldürmüşlerdi, duyunca delirmiştim.. Sokakta bir köpeği döverken gördüğüm adamı o kızgınlıkla elimde lastik copla kovalamıştım. Hem de bataklık kenarındaki evlerine kadar..
    ***
         İnsanlar kötü be arkadaş! Vallahi; hayvanlar kötü değil, hayvanlar masum.. Sonra komşular uyardı beni; takılma o adamlara diye, biraz pürüz adamlarmış.. Ne olmuş yani dedim onlar Boşnak'sa ben de Bolu'luyum, Bolu Beyi'yim!.. Hanım "Köroğlu'sun!" diye dürterek fısıldayınca hemen düzelttim "Ben de Köroğlu'yum yani, Kiziroğlu Musta 'Bey'im.." O olaydan sonra belki de Türkiye'de ilk defa, hatta 'Burhan Kuzu' dan bile önce 'yumurta' ile biz tanıştık.. Aynı günün akşamı bizim pencereleri yumurta yağmuruna tuttular..
    ***
         Aslında bizi olduğu gibi onları da uyarmışlar; "Uymayın şu Bolulu Lazlara!" diye.. Siz de fark etmişsinizdir belki; Bolu'dan uzak illerden birindeyseniz, belki de 'Batı karadeniz' bölgesinde yer almamızdan dolayı Bolulular'ın Laz olduğunu zannediyorlar. Adamın biri bana bir gün Bolu'yu tarif ederken az kalsın küçük dilimi yutacaktım 'Erdoğan Abi ben sizin oraları avucumun içi gibi bilirim' diyordu. "kamyonla çok gittim o taraflara, hiç unutmam Trabzon'u geçip Rize'ye doğru gidiyorum tam Bolu'ya geldim, kamyon orda arıza yapmasın mı? İki gün tamirci aradık.."
    ***
         Dün bizim sokakta yine bir sünnet düğünü vardı, aslında sünnet mevsimi değil ama bizim roman komşular çocuğun 'askere falan çağrılacağı tutar' da mahcup oluruz diye aceleyle tertiplemişler.. Gece boyunca belki on defa aynı parçayı dinledik.. Bir çocuğun eline tutuşturdukları istek kağıdını gırnatacıya gönderiyorlar, adam kağıdı açıp okuduğunda 'yine onu çalacaz' diye zevkten dört köşe oluyor. Çalgıcılar herkesten daha hevesli.. Haber geldi daha davul zurna ekibi de yoldaymış 'Güre' taraflarında.. Bolu'da olsaydık Paşa Köyü tarafındaki tanıdıklara kaçardık bir kaç saatliğine, burada çekecez bu işkenceyi. Diğerleri neyse de, şu elektro bağlama var ya ! Anamızı ağlattı..
    ***
          Kalkıp bir de "salla bidenem salla" demiyolar mı.. Bir türlü anlayamıyorum arkadaş; ben mahallede espri yapıp "salla bidenem salla" diye bir türkü söylesem; imza toplamaya kalkarlar mahalleden çıkartılmam için. Ankaralı Namık olunca bütün şişko ablalar inmişler sokağa, parmaklarını başlarının üzerinde 'şıkırdatarak' hopur hopur göbek atıyorlar.. "Vur patlasın, çal oynasın. tey, tey, tey.. Bizim Bolu'lu 'Ama Rasim' de olsaydı iner miydim aşağıya dersiniz? şöyle Bolu çifte telli' si de olsaydı mesela.."
    ***,
         Daha sonra merak edip İnternette dolaştım aynı konu ile ilgili olarak.. Bu konuda okuduklarımın arasında küçük bir bilgi vardı. İlk defa duyuyordum. 10 eylül 1921 günü, yani bundan doksan küsur yıl önce. Bolu Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Etfal Cemiyeti) Bolu'da buna benzer bir sünnet merasimi düzenlemiş. Buna benzer demeyelim de oldukça mütevazi bir merasim düzenlemiş..
    ***
         Tabii, o zamanlar yokluk, yoksulluk zamanları. Çeşitli savaşlarda şehit olan asker çocukları ile halen cephede bulunan askerlerin çocuklarının sünnetlerini yaptıralım diye düşünmüşler. 'Bari o yük kalksın ailelerin üzerinden..' Yüz seksen altı çocuğun devlet Hastanesi'nde sünnetleri yapılmış. Cadde ve sokaklar süslenmiş, süslenmeye çalışılmış.. Davullar, zurnalar eşliğinde çocuklar at arabaları, öküz arabaları ile gezdirilmişler. Sahneyi bi düşünsenize ! o anları yaşamak istemez miydiniz..?
    ***
         Sünnet bittikten sonra da çocukların hepsine birer takım elbise, birer çift ayakkabı ve çeşitli hediyeler verilmiş. Yedirilmiş, içirilmiş, bakımları ve dinlenmeleri sağlanmış.. Çok eğlenceli bir sonbahar günü yaşanmış Bolu'da. Köçekler davulların gırnataların önünde belediye meydanında dönü dönüvermişler. Ve aynı gün Bolu Mutasarrıfı (vali) Fahrettin bey bu durumu Mustafa Kemal'e telgraf ile bildirmiş, 'Paşam ! durum böyleyken böyle; bugün çok hayırlı bir iş yaptık Bolu'da!.. Çocuklar da ellerinden öperler 'arz ederim..!
    ***
         Ben size 'bu Bolulularda bir antika taraf var' diyorum inanmıyorsunuz. Peki buna ne diyeceksiniz şimdi ? Alın! size internetten bir bilgi daha; Çorum'da yaşayan Bolu'lu diş doktoru Ali Rıza Efendi diye biri var. İşi gücü bırakmış, dişçilikte kullandığı aletlerinin yardımıyla diş yapmak için kullanacağı altınları eritip heykel yapmış, Atatürk'ün altın heykelini yaparak kendisine teslim etmiş. İnanmıyorsanız 14 mayıs 1922 tarihli Türkoğlu Gazetesi'ni bulun bakın bakalım, ben baktım..
    ****
         Bizim sünnetimiz de epey eğlenceli olmuştu ama yukarıda anlatılanlar kadar değildi. Ne at arabası vardı, ne de öküz arabası. Sünnet düğünümüzde gelen hediyeler arasında şimdi olduğu gibi öyle kol saati falan gibi değerli şeyler yoktu. Hatta her şey o kadarda masal gibiydi ki memleketin en meşhur fenni sünnetçisi İkizler bile gittikleri evlerde çocuğu şaşırtmak için eline bir ayna tutuşturuveriyorlardı. Çocuklar aynaya bakakalırlardı salak salak..
    ***
          O günü sanki dün gibi hatırlıyorum, sünnetçinin körüklü el çantasını da, elime tutuşturduğu aynayı da. Hatta bir köşede oturduğu iskemlesinde komedi filmi izler gibi bizi izleyen Fethiye Hocanım'ı da (süerdem).. Fethiye Hocanım abimin öğretmeniydi, hediyesini kapmış gelmişti, nur içinde yatsın.. Sünnetçinin o gün "kes sesini lan guduruk !" diye azarlamasını da hiç unutmam..
    ***
         Ne fotoğrafçı olurdu sünnetlerde ne de çalgıcı, şimdiki gibi arabalar da kornalarını çalarak sokaklarda caddelerde gezmezlerdi, çünkü memlekette iki, bilemedin üç tane araba vardı, onların da bu kadar gayrı ciddi bir iş için sokaklarda dolaştırılacak hali yoktu, o kadar da uzun boylu değildi yani.. Şimdi öyle mi ! Herkesin altında bir araba var..
    ***
          'Kolunu ısırıp kol saati yapabiliyorsan, duvarı ısırıp duvar saati de yapabilirsin' Nasıl? güzel mi bu espri? Almanlar çok kullanırlar bu sözü.. Kol saati modası vardı bizim gençliğimizde. O zaman çekilmiş haftalık fotoğraflara şöyle dikkatlice bir bakın, ceketin kolunun saat görünecek şekilde sıvanmış olduğunu görürsünüz. Birde saatin kadranı kolun iç tarafına gelecek şekilde takardık. Belki biraz daha mütevazi bir yer olduğundan, ben hep Foto Tevfik'e giderdim. Tevfik Abi öyle bir poz verdirirdi ki, kolumdaki 'Nacar' saatimin 'Swiss made' yazısı bile okunurdu. İsterseniz o fotoğraflardan birini paylaşayım da görün, sizin digital fotoğraf makinalarınız da kim oluyormuş rahmetli Tevfik Amca'mınkinin yanında..
    ***
         Tevfik Amca kravatsız gelene düğümü bir sefer bağlanmış bir daha hiç açılmamış gibi ütüsüz bir kravat verirdi. Ceket gerekiyorsa dolaptan ceket.. Gardrop gibi bir şey bile vardı Tevfik Amcam'ın dükkanında. Bana bir seferinde çekmecesinden çıkarıp tarak bile vermişti saçlarımı düzelteyim diye. Orada çektirdiğiniz vesikalık fotoğrafları kime gösterseniz Foto Tevfik'in çektiğini kravattan veya ceketten hemen tanırdı. "Biraz gülüve bakam!" diyerek gülmeni isterken, elini kolunu nereye koyacağını bile söylerdi Tevfik Amca..
    ***
         Bir de Tabaklar Camisi'nin önünü mesken tutmuş ayaklı fotoğraf makinasının başında 'Şipşakçı Hikmet' Abi vardı.. Kafası hep 'kıyak', hem de yanında kibrit çakamayacağınız kadar kıyak.. Bazen o kadar sarhoş olurdu ki, fotoğraf çekerken başını seyyar makinanın körüklü torbasından çıkartınca yönünü şaşırır, bir süre toparlanmak için beklemek zorunda kalırdı.. Evine gidemeyecek kadar sarhoş olduğu bir gün köyden gelen eşinin, onu at arabasına yatırıp düşmesin diye bağladıktan sonra, köyüne götürdüğünü görmüştüm..
    ***
          Tabaklar Camisi'ni herkes bilir; Bahçe kapısından girdiğinizde sizi ilk abdest alınan şadırvan karşılar, biraz daha yürüdüğünüzde bir tuvalet ve boş tabutların konduğu derme çatma barakayı görürsünüz. Gece karanlıkta ürkütücü bir görüntü vardır orada. Kim bilir kaç kez "destuur !" çekerek tuvalete girenler 'gıcırdayarak' açılan tabuttan birinin çıktığını gördüklerinde pantolonunu bile çekmeye fırsat bulamazlardı caddeye doğru kaçarken..
    ***
         Nereden bilsinler Hikmet'in kar, kış, yağmur dinlemeyip sarhoş olduğunda burayı mesken tuttuğunu.. Evine gidemediği zamanlarda kapağını kaldırıp içine girdiği tabutta sabahladığını.. Ve ara sıra elinde şarap şişesi, çıkıp bir tur attıktan sonra tekrar döndüğünü tabuttan evine.. Caminin müezzini rahmetli 'Mücellit' Mustafa amca sağ olsaydı da anlatsaydı o günleri.. Yine çok mu uzattık? Tanju Okan'la bitirelim o zaman. Hoşça kalın..
    ***
          Öyle sarhoş olsam ki bir daha ayılmasam
         Herşey bir rüya olsa unutarak uyansam.

         Seni gördüğüm günü sevdiğimi unutsam
         Bir başka dünya bulsam içinde sen olmasan.

         Öyle sarhoş olsam ki bir daha ayılmasam
         Herşey bir rüya olsa unutarak uyansam.
    'Fotoğrafçı' temsili resim, 'sünnetçi ikizler kartviziti' Selahattin İkiz Bey'den..

                                                       

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak