BolununSesi; Halkın Gazetesi

Cenevre'de Bolulular ve bir iftar daveti...

Erdoğan Mühürcüoğlu

    20 Temmuz 2013
         Geçen gün arkadaşım telefonda 'iftara gidiyoruz!" deyince hemen hazırlandık yola çıktık.. Bizim burada Fenerbahçeliler Derneği mükellef bir sofra hazırlamış. Herkesin katılabileceği bu iftar sofrasında, herhangi bir takım taraftarı olmak gibi bir koşul yok. Herkese açık bir organizasyon. Şimdi Allahları var; çok da güzel hazırlanmışlar doğrusu.. Fakat benim arkadaşım biraz tedbirli adam, elinde iki tane de karton şapkayla gelmiş.. Hani maçlarda falan takıyorlar ya başlarına, işte onlardan, sarı lacivert fener şapkası.. 'tak şunu kafana" diyor! Ortama uymak lazım!.. (gerçi benim balkonda devasa bir Cimbom bayrağı asılı ama arkadaşım "takma kafana! takiyye yapacaz!" diyor..
    ***
         Çok güzel nezih bir yer yapmışlar adamlar.. İçeriye girişte bir kaç tane üzerleri çuha ile kaplanmış masa, bir kenarda çay kahve, meşrubat servisi yapılan 'ocak' bölümü ve kanatlı bir kapıdan yan odaya geçiş.. Yan odaya geçiş derken orası da küçük çapta kütüphane, müze, arşiv gibi tanzim edilmiş bir yer, artık adına ne derseniz.. Bir süre orada kitaplara dergilere falan bakarak takıldım.
    ***
         Duvarda çok eskiden oraya asıldıkları belli çerçevelenmiş resimlerde var, hatta fenerin Boluspor'la 70'li yıllarda yaptığı maçlardan bir kaç tane de fotoğraf.. Hani kamyoncuların mola verdikleri yerler vardır, çay kahve içip varilden bozma sobanın etrafında kümelendikleri sohbet ettikleri.. ve duvarlarında çok eski fotoğraflar asılıdır eskinin usta komyoncularının, otobüs kaptanlarının falan; işte aynı onun gibi..
    ***
         Düşünebiliyor musunuz? Ege'nin taa uzak bir köşesinde bir lokalde iftar açmaya gitmişsiniz duvarda bir fotoğraf ve fotoğrafta 'Yamalı Muharrem' ile bir ünlü Fenerli kafaya çıkmışlar, yakın plan çekilmiş fotoğrafını görüyorsunuz.. Bir diğerinde 'uçan boğa' mıydı neydi bir kaleci vardı Süleyman, ona yine bir ünlü Fenerli penaltı atıyor ıslanmış, çamurlara batmış formalarıyla..
    ***
         Beni asıl şaşırtan ne oldu biliyor musunuz? Bir sehpanın altındaki sepetten çektiğim bir dergi ve o derginin üzerindeki resim.. 'Bolu'lu Fenerliler Cenevre'de' diye.. Gerçi ben o dergi ve orada yayınlanan haberi daha öncede görmüştüm.. Hatta o dergiyi kaynak gösterip bir de yazı yazmıştım.. Sonra o yazıda babasının ismi geçen bir arkadaşım; babasının isminin oraya yanlışlıkla yazıldığını söyleyince daha sonra düzelterek tekrar yazarım diye ertelemiş ama fırsat bulamamıştım.. Öylece kalmıştı.
    ***
         Olay şöyle; Bizim Bolulu birkaç arkadaş yan yana geldiklerinde çılgınca bir karar alırlar ve 1959 yılının çatır çatır ayaz bir kış gününde Fenerbahçe'nin Cenevre'de yapacağı bir maça gitmeye karar verirler.. Külüstür, burunlu, 1954 model 'Scania Vabis' otobüsün şoförü Mahmut Yaman kontağı çevirdiğinde tarih 16 Aralık 1959'dur.. Önlerinde tamı tamına 3000 Kilometrelik bir yol vardır.. Yani bir hafta büyük mücadele ve zorluklarla sürecek bir yol..
    ***
         Kimler yoktur ki o kafilede, Radyocu Ferit Aktaş, yine otobüs kaptanlarından İsmail. Çayırlı, Paşaköylü deli Muharrem, konfeksiyoncu Salih Özkan, radyocu Halit Bayındır, nakliyeci Rıdvan İlhan, Ferit Aktaş, Keresteci M. Ali Özgürel ve Mahmut Yaman..
    ***
         Biraz sonra kafasındaki kartondan fener şapkasıyla gelen Beşiktaşlı arkadaşım "yahu sen piyangodan mı çıktın bana!" diyor.. "Ben senin için yer kapacam diye uğraşıyorum, senin yaptığın işe bak!.." Ona göre yaptığım seviyesizlikmiş, seviyesizliğin daniskasını yapıyormuşum, sonra kalkıp herkese seviyeden bahsediyormuşum.. Yok bee ona kızmıyorum geçen gün bahçelerine giren köpeği bile "Seviyesiz adi herif" diye kovalıyordu.. "Senin kafan basmıyor mu? pis herif!" diye bağırıyordu köpeğe.. Yok! iyidir benim arkadaşım, severim onu gerçekten.. böyle diline pelesenk olmuş bazı sözleri vardır; "Geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları !" gibi.. İnşallah yazdıklarımı görmez..
    ***
         Yeni Sinema'nın falan oralardasın tamam mı? küçüksün, elinde Teksas Tommiksler filan var.. En fazla on oniki yaşlarındasın; hayatı henüz masal kitaplarındaki gibi görmektesin, sokak çeşmesinden su içiyor, yağlı ekmekle sokakta karnını doyuruyorsun.. Yani daha o yaşlardasın.. Sinemanın avlusunda "senin için ölüyorum, yanıyorum, deli oluyorum gibi bir şarkı çalıyor plaktan; "Allah Allah!" diyorsun. Neden onun için ölüyor ? Neden deli olacak onun için?..
    ***
         Düşünüyorsun, anlayamıyorsun, aklın ermiyor yani, sadece şarkı hoşuna gidiyor.. Hayatı 'kabaca' okuyabiliyorsun sadece. Detaylara girersen takılıp kalıyorsun. Acemisisin hayatın.. Bir berbere girip saçlarını kestirmeye çekiniyorsun.. Kaplıca dönüşünde minibüsle Aktaş'tan geçerken "inecek var!" demeye utanıyorsun.. Sesini hiç kimse duymuyor.. Ne şoför 'muhacir' duyuyor sesini, ne de 'sekiz köşe kasketiyle' pire İsmail Amca..
    ***
         Eskiden şimdiki Postane'nin oralarda mı neydi, başında Hatice Erzincanlı'nın kardeşi Ayşe Hocanım'ın olduğu bir şehir kütüphanesi vardı, herhalde oraya bir yolu düşen falan olmuştur aranızda.. Ahşap bir evin ikinci katında tahta merdivenlerle çıkılan bir yerdi orası.. Odaları, kapıları, pencereleri ile tam bir ev görünümündeydi, hatta odanın bir köşesinde eski evden kaldığı belli olan, kapkara bir ocak bile vardı.. İşte bu kütüphaneye merdivenlerden önceleri çifter çifter atlayarak inip çıkarken sayıyı artırıp üçe çıkarınca burun üstü çakılmış ve taa merdivenlerin başında bulmuştum kendimi..
    ***
         Bu kütüphanede ilk öğrendiğim şey 'Affan Dede'ydi, şimdi bile sık sık başım sıkıştıkça kendisine sığındığım Affan Dede! Herhalde bizim sokakta teker teker çağrılıp "Affan dede' şiirini okumadığım ev kalmamıştır..
    Affan Dede'ye para saydım,
    Sattı bana çocukluğumu..
    Artık ne yaşım var ne de adım;
    Bilmiyorum kim olduğumu..
    Hiç bir şey sorulmasın benden;
    Haberim yok olan bitenden.. diye devam edip giden bir şiir..
    ***
          Bu Postane'nin sokağındaki kütüphaneye ilk defa gidip kapının zilini çaldığımda bana kapıyı Ayşe Hocanım açmıştı.. Üzerimdeki gerginliği hemen farketmiş; gülümseyerek 'Buyursunlar beyefendi! diye karşılamıştı beni. Elime tutuşturduğu ilk 'Doğan Kardeş' Dergisi'yle burada tanıştım.. Biraz sonra yine gülümseyerek yanıma geldiğinde elinde içeri girerken kapının önünde çıkarttığım ayakkabılar vardı 'Ayakkabılarını dışarıda çıkarmaya gerek yok! Bak biz de çıkartmadık! derken ben kıpkırmızı olmuştum utancımdan..
    ***
         Aynı buna benzer bir şeyi yıllar sonra babamdan dinlemiştim; Valilikte yapılan Muhtarlar toplantısında, muhtarlar, toplantı salonuna girerken içerideki halıları görünce kapının önünde ayakkabılarını, yemenilerini çıkartıvermişlerdi.. Kapının önünde cami kapısı gibi sıra sıra ayakkabıları gören odacı Muhittin Amca (Sıkıcı) Vali Bey gelip, tam toplantıya başlayacakken içeriye haber vermiş ayakkabılar yeniden giyilmişti aceleyle.
    ***
         Biraz daha devam edebilirdik ama vakit de epey geç oldu, günler torbaya girmedi ya, sonra devam ederiz yine.. Nasipse tabi.. Hoşçakalın.. (Fotoğraflar Aralık 1959 sayılı Fenerbahçeliler Dergisi'nden alınmıştır)

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak Bolu Oto Lastik