BolununSesi; Halkın Gazetesi

Borazanlar Kahvesi.. Hoparlör.. Osman Bölükbaşı..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    26 Ocak 2014


          Hani tam düzlüğe çıktım dersin de beklemediğin bir terslik olur, bütün keyfin kaçar.. Aldırmayayım dersin olmaz, üzer seni.. Sonra daha kötüsü, tam onu atlattım derken başka bir şey daha çıkar karşına.. "Boşver, kötü şeyler getirme aklına, beterin de beteri var dersin, kabullenirsin.. Artık sana kalmış; ya inanmış görünerek takılırsın başka bir hayalin peşine, ya da "kambur felek" gelir alaşağı eder seni, koşsan da kaçamazsın..
    ***
          Çoğumuz altmışında adamlarız olduk, gençler de pek  ilgilenmiyorlar artık bizimle.. İşleri varsa görülecek, o zaman belki.. Vay anam vay! dedim bugün kendi kendime. Yoksa biz de mi o günlere geldik..? Anılarda yaşayan, siyah beyaz gençlik fotoğraflarından medet uman ve sürekli dert yanan, ağlayan.. Bir de bugün Turuncu renkli peynirler vardı eskiden, onlar takıldı kafama.. 'Turuncu renkli peynirler..' Fakir Baykurt'un 'Amerikan sargısı' kitabı'nı okuduktan sonra gıcık olmuştum onlara.. En son Belediyenin arkasındaki parti sokağa kadar peşinde koştuğumuz kamyondan almıştık birkaç teneke Amerikan peynirini..
    ***
          Belediye araçlarıyla sokak aralarında dağıtılan Silindir tenekelerde margarin; plastik torbalar içinde un aldık, birleşmiş milletler amblemli tenekelerle verilen..'Marşal Yardımı' derlerdi.. Amerika Kore'de savaşan askerleri için hazırlamış, savaş bitince de, ne yapsın adamlar, elde kalanları çöpe mi atsınlar? Bizim gibi ülkelere göndermeyi daha münasip görmüşler.. Şimdi hatırladım bir de 'Parti sokak'tan fırkaya çıkan yolda sağdaki yamaç'ta ilk baharda açan çiğdem soğanları olurdu, yerdik..
    ***
          Bir de bu anlattığım yıllarda sokak çeşmelerinin üzerinde 'radyasyon tehlikesinden dolayı içmeyiniz' diye bir şey yazardı.. Japonya'ya atılan atom bombasının etkilerinden dolayı çok uzun yıllar bu uyarılar yapıldı durdu Bolu'da.. Ben çeşmelerin üzerindeki yazıyı bizzat görenlerdenim.. Peki içmiyor muyduk çeşmelerden? Ayıp ettin içmez olur muyuz.. Bilmiyorduk ki, 'radyasyon' ne demek..
    ***
           İki gündür benim klavye ile sorun yaşıyorum; çok ilginç.. Mesela tuşun birine bastım diyelim, bir başka tuş sanki üzerine vazifeymiş gibi alıp başını gidiyor, ne yapsam durduramıyorum.. Aşağıda internet kafe var oradaki gençlere anlattım "böyleyken böyle" dedim. Bana ne deseler beğenirsiniz? Gençlerden en sevimli olanı "bak amca ! diyor "tuşlar takılı kalmış olabilir, klavyeyi ters çevirip sırtına "pat pat pat" diye vurmayı dene, eğer düzelmezse, klavyeyi al karşına konuş; "böyle olmaz de..! Gençlerin 'mizah' diliyle konuşmaları hoşuma gidiyor aslında..
    ***
           Geçenlerde arkadaşım Necdet Öztoprak bana bir 'E-kitap linki' verince gaza geldim ve o gazla epey zamandır elimde sürünen kitabı, bir gecede okuyup bitirdim.. Kitapta altmış sekiz ünlü kişinin sıradışı özellikleri anlatılıyor.. Özel yaşamlarındaki garip alışkanlıkları, çocukluk yılları, ruh halleri falan.. Gamsız'lar, deliler, uçkuruna düşkün olanlar.. Hatta, ölümsüzlüğü arayanlar, maymun besleyenler.. Çok enteresan.. Kitaptan o kadar etkilendim ki bundan sonraki yazılarımı kitapta anlatılan teknikle 'Leonardo da vinci' nin tekniği ile yazmaya karar verdim..
    ***
           Karar verdim vermesine ama çevremdekiler uyardılar 'sakın ha!' dediler 'böyle bir şey yapma reytingi düşürürsün..' Teknik şöyle; diyelim ki 'Leonardo da vinci' den bir mektup aldınız, mektubu okuyabilmeniz için önce bir ayna bulmanız gerekiyor, adam tersten yazma tekniği geliştirmiş kendine, ne yazarsa yazsın hep tersten yazıyor.. Yanında çalışanlar bile küçük bir cep aynası taşıyorlar ceplerinde.. Newton, Freud, Salvador Dali'de anlatılıyor bu kitapta.. Dünyayı değiştiren bu olağanüstü insanların komik saplantıları, 'kaçıklıkları' anlatılıyor..
    ***
          Kitap okuyorsunuz ama evinizin bitişiğinde elektrik direği ve o direğe bağlı bir de Belediye hoparlörü var; ne yapardınız? yeminle söylüyorum Rasim Ozan Kütahyalı bile bu kadar delirtemez adamı.. Arkadaş, hadi ölüm ilanlarını filan anladık ama günde elli sefer de aynı şeyler tekrar edilip durulmaz ki.. Sabahın köründe cazır cuzur, ne oluyor kardeşim? Zaten başlarken bir sinyal veriyor, tren geliyor sanıyorsun..!'
    ***
          Bizim Bolu'da bir arkadaşımız vardı Nazmi ; 'Altın fırın' dan Sakarya okuluna, Çavuşlar Tarlasına dönülen sokağın başında otururlardı. Eskiden onun babası belediye hoparlörlerinden ilanları, duyuruları okurdu.. Ama adam okurdu yani. Bunlar gibi değil.. Hem de nasıl okumak; bir başlardı azizim ! Değme trt spikerlerine taş çıkartırdı.. O emekli olduktan sonra tadı tuzu kalmadı bu işlerin. Öyle kalıp'lı malıp'lı filan da değildi adam.. Kalıplı malıplı değildi ama ses vardı; Nevzat Güyer gibi 'davudi' bir ses.. Allah bilir siz Nevzat Güyer'i de dinlememişsinizdir.. Girin internete, size bi şarkı söylesin rahmetli.. Görün bakalım, şarkı nasıl söylenirmiş..
    ***
          Öyle Belediye hoparlörü falan deyip de geçmemek lazım, zamanın en önemli iletişim araçlarından biriydi hoparlör.. Mahallenize, sokağınıza iyi bir torpil'iniz yoksa taktıramazdınız onu.. Hele bir de sizin eve yakın bir direğe bağlatabilirseniz öf! deme gitsin.. Yayın başlarken görevli; mikrofona parmağıyla 'kapı tıklatır gibi bir kaç kez vurur, sonra da 'Burası Bolu Belediyesi ilan neşriyat bürosu' diye başlardı.. 'Akçakoca'dan çok taze uskumru balığı gelmiştir, isteklilerin balıkçı Çakır'a başvurmaları ilanen duyurulur' tadında devam ederdi..
    ***
           Arıza yapması sesin kesilmesi durumunda sanki evinizde televizyonsuz radyosuz kalmış gibi olurdunuz. Geçenlerde bir arkadaşımızdan (Dumas amca) dinlemiştik, belediyeye telefonla;'falan yerde hoparlörler hiç hıştamamaktadır.' şeklinde bir haber geldi mi, elektrik fen memuru Ali Rıza Bey ve yardımcıları olay yerine koşarlar arızayı tamir ederlermiş öyle anlatmıştı.. Bir de 'Hoparlör'ün nasıl söylendiğini hiç öğrenememiştik; biraz kibar olanlarımız 'oparlö' bizim mahalle taraflarında ise biz 'Apolya' derdik.. 'Apolya hışdamazsa' muhtara, muhtarda belediyeye haber verirdi..
    ***
         Düşünüyorum da; bizim kuşak çok keskin virajlar almak zorunda kaldı.. Çok kısa sürelerde ani değişimlere alışmak zorunda kaldık.. Belki de zaman zaman "Bu devrin adamı değiliz" deyişimiz ondan; bazı şeylerin bize çok batıyor olması da.. Belediye hoparlöründen, radyo'ya, radyo'dan televizyon ve bilgisayara kanguru'lar gibi zıplaya zıplaya geçtik..
    ***
          Hani bir sürü sebepler sıralarsın; işte yok öyle oldu, yok böyle oldu gibi bir sürü sebepler.. Yeri gelir ben de yaparım.. İşler biraz boka sardı mı (afedersiniz) ya da birilerine kızmış, şehre darılmışsam, ilk işim Borazanlar Kahvesi'ne gitmek olurdu.. Muşamba kaplı masalardan birine oturur, demli de bir çay söylerdim kendime.. Tanırlardı beni, yadırganmazdım. Hapishanenin karşısında da vardı bir tane ama benim anlattığım o değil; biraz daha gerideki.. Kimbilir kime kafam bozulup gittiğim kahvede elimle sildiğim buğulanmış cama alnımı dayar, dalar giderdim..
    ***
          Kahvenin kapısından, avuçlarını üfleyerek içeriye girenler olurdu, üstünü başını süpürüp sobanın başında ısınanlar.. Ceza evinde nöbeti biten gardiyanlar da gelirdi bu kahveye, ceza evine yakınlarını ziyarete gelen yabancılar da.. Ama daha çok o çevrenin insanları.. O gece oradan en son ayrıldığımda kahvedekiler nefeslerini tutmuşlar Osman Bölükbaşı'yı dinliyorlardı.. İçtiğim çayın parasını bardağın kenarına bırakmış çıkmıştım.. Nurettin miydi acaba kahveci, Paşaköylü Nurettin..?
    ***
          Vay be! Osman Bölükbaşı'yı bile andık ya burada.. Bölükbaşı çok renkli siyasetçilerden biriydi o zamanlar.. Saatlerce konuşur, konuşmalarını nüktelerle süsler, tek başına tüm meclise duman attırırdı.. Bizim rahmetli kayınpeder anlatmıştı; Düzce'de yaptığı bir konuşma tam sekiz buçuk saat sürmüş.. Bir kamyoncu Düzce meydanında konuşan Osman Bölükbaşı'ya yaklaşıp 'Osman abi bu nasıl iş! sabah burdan kereste yükledim, sen konuşuyordun, yükü İstanbul'a boşaltıp geldim, halen konuşuyorsun..'
    ***
          Geçenlerde de bir yerde anlatıldıydı; Bolu'da terzi Şükrü amca, dükkanında gece geç saatlere kadar Osman Bölükbaşı'nın seçim konuşmasını dinlemiş, sabaha karşı üç sıralarında konuşma bitince, havaya mı girmiş artık ne olduysa, dükkandan ütünün fişini prizden çekmeyi unutarak çıkmış.. o gece çıkan yangında dükkanda neyi var neyi yoksa yanmış kül olmuş, özenle beslediği güvercinler bile bu yangında telef olmuşlar.. Daha önce de yazmış mıydım bunu yoksa? Hulki ve Ulvi isimli iki oğlu vardı Şükrü amcanın..
    ***
           TÜMSÜBANK..
           Balıkçı Çakır'ın tezgahının yanından yani Çizmecilerin dükkanının yanından Büyük Cami'ye doğru çıkarken yolun sağlı sollu iki yanında kalaycılar ve tenekeciler vardı sıra sıra.. İşte bu dükkanların birinin üstünde de şehir lokali.. Bolu'nun kalburüstü kişilerinden kimi arıyorsanız burada bulurdunuz.. Lokalin işletmecisi de o zamanların iyi saz çalanlarından birisiydi.. Hani tezeneyi tutan parmaklardan şövalye yüzüklü olanını sazın döşüne 'tak tak tak' diye vurarak çalarlar ya; işte öyle çalanlardan.. İsmi aklıma gelmediği için parmağını ! yazabildim sadece..
    ***
          Lokalin altında da Zahitler Bakkaliyesi vardı yanılmıyorsam.. Tombul, kırmızı yanaklarıyla şeker bir adamdı bakkal Ziya amca.. Pastırmayı sucuğu Yahudi Salih'den alacaksan, bakkaliye malzemeleri için 'Zahidler Gıda pazarına' gidecektin.. Zemheri ayında Kiraz, yaz sıcaklarında greyfurt mu istedi canın? Tropikal sebzeler, meyveler filan? kuşkonmaz, brüksel lahanası.. o zaman doğru manav Rasım'e !.. Ehliyet demedim be güzel kardeşim, meyve sebze diyorum ben.. Oğlan 'kızak' isterim! diye mi tutturdu, ya da canınız iğde, keçiboynuzu falan mı çekti? doğru 'Zeki Varlık'ın  dükkanına gidecektiniz..
    ***
            Ziya Zahitlerin dükkanın üst katında da benim yakın akrabam şapkacı Fehmi efendinin, fötr şapkaların tamir ve bakımını yaptığı, hatta ütülerini de yapıp kalıplara koyduğu dükkanı vardı.. İşte bu dükkanların doğusunda da bir banka; TÜMSÜBANK.. Aynı bankanın bir de TÜMSÜ-ARBAS adında kimya fabrikası olacaktı.. l958 yılı olabilir, çünkü o yıl kuruldu ve bir iki yıl içinde kapandı gitti..
    ***
           Bu banka o zamanlar herkese hediye dağıtmasıyla da tanınıyordu.. Hatta bizim ilkokul öğretmenimiz İsmail Bey (Yurdagül) o bankadan hediye olarak aldığı Battaniyeyi sınıfa kadar getirerek bize göstermiş, günlerce hem o bankadan hem de hediye olarak aldığı battaniyesinden konuşmuştuk sınıfta.. Battaniye deyip geçmeyin o devirlerde bayağı da kıymet-i harbiyesi vardı battaniyenin..
    ***
            Bakın Tümsübank'ın yerini tarif etmek için nasıl 'zaman içinde yolculuk' yaptırdım size; ödenir mi benim hakkım? Bizim arkadaşa da çattım bu gün.. Fal açmak için iskambil kağıtlarını iyice karıp, kes diye getirmiş bana..'Şu yazdıklarıma bi bak bakalım, nasıl olmuş?' diye sordum; sormasaydım keşke; 'Abi n'apıyon sen ya, bu yazı olmamış' dedi 'sen girme böyle akıl verme tiriplerine filan.. Zaten milletin cinleri tepesinde.. Bak! geçen günkü yorumcu 'kasap Osman' konusunda nasıl atladı, cırmaladı seni.. 'çok klas adamım ben' diyordun 'harbi adamım'.. ne oldu..? O kadar laf işittik, sen en iyisi benim dediklerimi yaz güzel abim..'en sonuna da 'Hey gidi günler hey' diye yazarsın, o kadar..

                                        

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatan da, köleliğe, yoksulluğa düşüren de eğitimdir.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak