Halk BolununSesi'ne güveniyor. Okunuyorsak sebebi budur

Bekçiler.. Bolulu Rıza'nın aşkı.. Mehmet Başaran..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    16 Şubat 2014
            Rahat olacan rahat..! Bayılıyorum böyle insanlara.. Bir gün oturuyorum sahildeki kıraathanede; yanımdaki masadan bir genç kalktı 'benimki geliyor!' dedi. Baktım benimki dediği kız karşıdan kıvırta kıvırta geliyor, ağzında bir sakız, ayağında 'sabo' terlik; şakkıdı şukkadu.. Ulan! helal olsun dedim içimden, erkek halimizle bile şöyle bir rahat olamadık ya..! Bir de siyah beyaz bir fotoğrafa takıldım kaldım bugün 'hay Allahım' dedim içimden 'nerede şimdi  bu insanlar, daha dün gibi değil miydi..? Daha sanki dün gibi değil miydi caddede, sokakta karşılaştığımız.' Hocam söz; vallahi de billahi de çalışacam; şunu dörtbuçuk üzerinden beş yapalım ! diye yalvardığımız..
    ***
           'Yok ya bu işler sakat işler, çözemeyecez biz bu sırrı ! Fotoğrafa bakarken aklıma geldi de; hayat dediğin pamuk ipliğine bağlı.. Rahmetli Mehmet Başaran Hoca acile kaldırılmıştı yanılmıyorsam; ve hiç beklenmeyen bir şey olmuş, bir haber gelmişti içerden, ve oğluydu galiba hırsından camını çerçevesini indirmişti hastanenin.. Ona benzer bir şeyi ben de yapmıştım babamın ölümünde.. Sonunda bir sürü insandan teker teker özür dileyeceğim bir sürü şey yapmıştım.. Bir fotoğraf koydum sizde bakarsınız diye. Kimler yok ki.. Bu fotoğraf Siyami Palazoğlu'nun koleksiyonundan gerçi izin de almadık.. Napalım artık asacak mı bizi Siyami Hoca şeyimizden, ayaklarımızdan..?
    ***
           İnsanın sık sık kendinden de bahsetmek zorunda kalması hiç hoş değil aslında.. Herhalde biraz daha kolay anlatabilirim diye yapıyorum bunu. 'Ulan, diyorum spor'a mı geçsem, yoksa siyasete falan mı?.. O zaman da bakıyorum pek anlatacağım bir şey yok eskilerden.. Ekmekçi Kadir' de her gün anlatılmaz ki, dön babam dön! ekmekçi Kadir, Kepekçi Mustafa, Muhtar Ases.. Hadi araya bir de Aktaş'tan Hasan Ördekçi'yi sıkıştırsak birde Sırrı Uzunhasaoğlu'nu; eee bunları kaç gün anlatacaksın..
    ***
           Asayiş durumlarından falan yazsam herkes herkesi, hatta polisler sabıkalıları bile şahsen tanıyor şehirde.. Asayiş çoğunlukla berkemal.. Birkaç polis, bir kötü jeep, bir de 'Kadir abi' yetiyor asayişin sağlanması için. Geceleri desen sokaklarda devriye gezen gece bekçileri var.. Yani öyle kayda değer olay molay yok.. Haa gece bekçileri deyince  'Bekçi parası' diye de bir şey vardı. Elektrik ve su paralarını Belediye tahsildarları kapı kapı dolaşıp toplarken, Bekçi parası için de bir başkası gelirdi kapıya; koçanından koparttığı makbuzu sabit kalemle doldurup verirdi.. Kartondan ruhsat elimizde radyo parası yatırmaya da giderdik postaneye.. Daha sonra televizyon ruhsatı da eklenmişti hatırlarsınız..
    ***
          Abdülkadir Öksüz, bir şiirinde; Tahtadan merdivenleri gıcırtıyla çıkılan badanalı evlerden bahseder, gürül gürül akan çeşmeleri olan sokaklardan, cıvıl cıvıl öten kuşlardan.. 'Gecenin karanlığını uluyan köpek sesleri bozardı eskiden, karlı kış aylarında korkudan yorganın altına sokardık başımızı' der 'hayat Arkası yarın gibiydi, Kesintisizdi' ve şöyle bitirir; 'Sokaklar lambasızdı, Mahallelerde tiz düdüklü bekçiler dolaşırdı..
    ***
          Aslında 'düz yazı' gibi görünse de çok güzel bir şiir bu.. Bulup okuyun! çok güzel.. Geceleri uzun uzuuunn öttürülen düdük seslerini hemen hatırladım okurken ve başka bir sokaktan bir başka bekçinin karşılık vermesini düdüğüyle.. Bekçiler arası düdük öttürerek yapılan sohbetleri.. Bizim mahallede oturan bir bekçi abi vardı; bir de oğlu; konuşma özürlü, kızıl saçlı.. Onunla ilgili bir hikaye anlatırlardı gülmekten yerlere yattığımız.. Hani gece bekçileri sabaha kadar düdük ötüp birbirleriyle haberleşirlerdi ya; ara sıra da bir köşe başında buluşur biraz sohbet edip tekrar kendi mıntıkalarına dağılırlardı..
    ***
            Bunlar, panayırın kapalı olduğu bir zaman Karaçayır bekçisinin mıntıkasında toplanmış sohbet ediyorlar. Bunlardan birinin gözü Lunaparktaki uçan daire'ye takılmış, tam uçan daire değil de onun biraz küçüğü, çocuklar için olanı yani.. Bakmış ki orada, salıncak, atlıkarınca var, dönmedolap var her şey var.. İçinden, 'şuna bir binsem!' diye geçirmiş.. Bir ara arkadaşına "Şuna biraz binsem" diye sorunca Karaçayır'ın bekçisi, buna şiddetle karşı çıkmış; 'bu Lunaparkta her şey bana zimmetli' demiş 'Zaten etvayi binası da karşıda; gören mören olur..' Tabaklar'ın bekçisinin de aklı oyuncaklardaymış zaten, o da cesaret bulup "Canım, binsek, bir iki dönsek ne olur ki!' deyince Karaçayır'ın ki 'Olmaz' diyememiş.. Ondan sonrası 'Allah deeeee!
    ***
           İki arkadaş sandalyaya oturunca bizim mahallede oturan (ismini hatırlasam yazacam), oyuncağın düğmesine basar basmaz koşarak atlamış 'zincirli'ye, zar zor yakalamış sandalyeyi.. Anında da aklı başına gelmiş 'ulan ben ne yaptım' diye.. Durdurmak için atlıkarıncanın düğmesine basacak kimsecikler yok aşağıda.. Ama artık olan olmuş bir kere.. Hani bazan olur ya, anahtarı içerde unutur kapıyı çeker çıkarsın 'eyvah! dersin. Sonra da çilingir ararsın çarşıda 'Anahtarcı Emin'i ararsın.. Bunlar başlamışlar havada dönmeye ve giderek hızlanmaya.. Epey zaman dönmüşler.. Neyse yakındaki karpuz sergisinde uyuyan biri varmış da Allah'tan; o gelmiş gürültüye, zar zor kurtarmış bunları..
    ***
          Aziz Nesin'in acaip eğlenceli hikayelerinden biri var, gerçi bütün kitapları eğlenceli.. 'sizin memlekette eşek yok mu' kitabının içinde de var bu hikaye; yatarsınız yerlere.. Bize çocukluğumuzda anlatılanın neredeyse tıpkısı.. Lunaparkta atlıkarıncada mahsur kalan altı kişinin; altı gece bekçisinin başına gelenler.. Ya bu kitabı okuyan biri bu dedikoduyu çıkardı ya da Aziz Nesin bunu bizimkilerden kopya çekti.. Kopyacıyı yakalamak için Aziz Nesin'in 'Sizin memlekette eşşek yok mu?' kitabını aradım; hangi yıl yazılmış onu görecem..
    ***
          Ararken mararken sen 'pat' diye karşıma Sunay Akın çıkmasın mı? o da çocukluğunda Trabzon'da yaşanan olayı Aziz Nesin'in kitabında görünce benim gibi düşünmüş; herhalde bizimkiler 'Lazlara daha çok yakışır' diye Aziz Nesin'den çaldılar bunu' diye düşünmüş.. Ama benim anlattığım, Bolu'daki, yüzde yüz doğru.. Belki bu yazıyı okuyup olayı hatırlayanlar bile çıkabilir, kimbilir..? Bizimkinde sadece bekçi sayısı az, Aziz Nesin'in hikayesinde altı bekçi var, bizimkinde üç; bir de karpuzcu var, dört..
    ***
          Aziz Nesin'in anlattığı hikaye de şöyle; Sezon bittiği için kapalı olan Lunaparkta atlıkarıncaya binen bekçilerden Arif, çalışma düğmesine basar basmaz koşarak biner atlıkarıncaya. O ve arkadaşları, neşe içinde dönerler önce, sonra giderek hızlanan atlıkarıncadan korkarlar.. Öyle hızlanırlar ki, fırlayıp uçacaklar.. Atlıkarıncanın düğmesine basıp durduracak kimsecikler yoktur ortalıkta, bir tek kurtuluşları vardır o da tesadüfen şehrin elektriklerinin kesilmesi.. 'Ölme eşeğim ölme durumu yani.. Benzinle işlese tamam; benzini biter durur, ama öyle değil.. İmdat diye bağırsalar, karşıda Vali'nin konağı, yan taraf karakol..
    ***
           Gece bekçilerini teftişe çıkan emniyet müdürü, hiçbirini görev yerinde göremeyince çok sinirlenir.. Bekçileri sormak için karakola giderken, lunaparkın içinden garip sesler duyar.. Merak eden emniyet müdürü, lunaparka vardığında bir de görür ki, Lunaparkın atlıkarıncası dönüp duruyor, kendinden geçmiş altı bekçi de öğürerek, inleyerek dönüyorlar havada.. Bekçiler ne kadar zaman uçtular, bilemezler ama, gözlerini açtıklarında hepsi hastanededir..
    ***
            BOLU'LU RIZA..
            Rıza Gerede; Bolu'dan İstanbul'a çalışmaya gelen kırk yaşlarında bir adam.. Bu adam bir takım işlere girip çıktıktan sonra  Beyoğlu'nda bir çiçekçi dükkanı açıyor.. İşler böyle tıngır mıngır giderken nasıl oluyorsa teknik üniversitenin dünyaca ünlü profesörlerinden 'Muhittin Etingü'nün dünyalar güzeli baldızına feci şekilde aşık oluyor; aşık olmak ne demek? Hatta kara sevdaya tutuluyor.. Ölüyor bitiyor onun için..
    ***'
           Kız da, o sıralar yine ünlü bir iş adamının yanında çalışmakta.. Bir gün, bir punduna getirip bu iş adamının karşısına çıkıyor, Allahın emri peygamberin kavliyle kızı patronundan istiyor.. Adam ne desin? 'Hoppala paşam' mıydı neydi öyle bir tekerleme vardı; tamam bakarız ederiz filan diyor.. Öyle diyor demesine de; Rıfat'ın tek başına gelip kız istemesi aklına pek yatmıyor.. Ufak yollu bir araştırma yaptığında da anlıyor ki, bizim Rıza biraz Külhanbeyidir, kabadayılık ayakları falan vardır, saza, söze meraklıdır, evinde her gece fasıl vardır, alem vardır.. En iyisi ben bu işe hiç bulaşmayayım diyerek Rıza'ya kızı ailesinden istemesinin daha doğru olacağını söylüyor, onu ikna ediyor..
    ***
          Tamam, iyi güzel de; bizim Rıza, dünyaca ünlü profesör'e, ayrıca meşhur Akbaba Dergisi'nin de ünlü karikatüristi Muhittin bey'e nasıl ulaşsın? Adam zaten zamanının çoğunu yurt dışında şurda burda geçiren biri.. Eee Rıza'da ne yapsın? 'Ben de gidip kızı ablasından; yani profesörün eşinden isteyeyim bari' deyip, artık kadere kısmet, ona gidiyor.. Gidiyor gitmesine de; Kız tarafının da, Rıza'nın Külhanbeyi olduğu içip, içip sövüp, saydığı 'Heeeeeyyttt ! diye narayı basıp cam çerçefe indirdiği filan kulaklarına gitmiş, mırın kırın ediyorlar..
    ***
           Rıza gide gele ayaklarına kara sular iniyor, ama, yok! vermiyorlar kızı.. Birkaç defa da Muhittin Bey'le görüşüyor ama, sonuç 'zıfıra zıfır, elde var zıfır..' Rıza ne de olsa 'Yanuk Hayri'nin hemşerisi; gerçi o zamanlar Yanuk Hayri yok.. O sıralar muhtemelen Akpınar'da kısa pantolonla gezmekte.. Kızın eniştesi buna yüz vermeyince 'vay!' diyor 'sen mi bana kızı vermezsin; sen bittin o zaman, yakında görürsün' Rıza ayağına yumurta topuğunu geçirdimi 'aman kızı başkası kapmasın' diye evin karşısındaki kıraathanenin önünde her gün.. Caka fiyaka o biçim.. Kız karşıdan 'git evin önünden ! Enişteme rastlarsın, git burdan' dedikçe 'delirtecen lan sen beni' diyor Rıza; 'alacın ulan seni..!
    ***
           Sonunda Enişte bey 'yok sana kız mız' deyip son kararını verdiğinde Bolu'lu Çiçekçi Rıza; 'godumun deyüs'ü' diyerek alıyor eline tüm İstanbul'u havaya uçuracak kadar dinamiti, tutuyor Muhittin Hoca'nın evinin yolunu.. Kapı açılıyor; Muhittin Hoca karşısında Rıza'yı görünce çok fena bozuluyor "yine mi geldin!" gibisine bir şeyler söylüyor.. Rıza'nın bu defa iyice 'nevri dönmüş' ve kesin kararlı.. Çok sayıda dinamiti 'ya Allah' deyip öyle bir patlatıyor ki, patlamanın şiddetiyle İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay bile oturduğu koltuktan havaya sıçrıyor..
    ***
           Sonra ne oluyor? Sonra Muhittin Hoca ile bizim Rıza'yı İstanbul'un çeşitli semtlerinden cımbızla topluyorlar tek tek.. Profesör Muhittin Etingü'nün ölümü sadece Türkiye'de değil uzun süre yurt dışında da konuşuluyor, yankıları uzun süre devam ediyor..
    ***
            Size çok eski bir olayı 1952 yılında yaşanmış bir aşk hikayesini anlatmaya çalıştım; biraz da esprili bir dille anlatmaya çalıştım.. Kimseyle dalga geçmek gibi bir niyetimiz olmadığını zaten biliyorsunuz.. Ne diyelim hayat işte.. Hepsine de rahmet olsun..
          Hoşça kalın.
                                                                

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak