BolununSesi; Halkın Gazetesi

Mektebin bacaları.. Bolu'da Kız Mektebi

Erdoğan Mühürcüoğlu

Mektebin bacaları.. Bolu'da Kız Mektebi
    19 Mayıs 2013
          Arkadaş bu bizim "Karabacaklar" sülalesinde bir şey var.. Yani yetenekli insanlar çıkıyor bu sülaleden.. Onların lakabı "Kambur Haliller" miydi yoksa ? Yaşlılık alametleri olsa gerek, bazen karıştırıyorum isimleri, lakapları.. Bu sülaleden bir Mustafa abi vardı, o şimdi galiba İsveç'te yaşıyor, o taraflarda diye duymuştuk.. Lakabı "Bıdık" dı galiba.. Çok güzel top oynardı, eskiden "Abantspor'da da oynadıydı, öyle aklımda kalmış..
    ***
          Onun bir akrabası vardı İsmail abi.. Aman Allahım nasıl bir yetenek di o öyle.. Mahallenin çocukları, etrafında çember oluşturur onu seyrederdik.. Adam topu diker kaleye yüzlerce şut atardı.. Biz genelde kale arkasında bekler, arkaya giden topları geri getirirdik.. Ama bu İsmail Abi kalenin başına geçti mi bize hiç ihtiyacı olmazdı.. Topu öyle bir nişanlardı ki, siz görseniz sizde şaşırırdınız.. Her attığı şut kale direğinin aynı noktasına çarpar tekrar onun ayağına geri gelirdi..
    ***
        Hem de öyle bir geri gelirdi ki, "aklınız durur, poponuz tavana vurur" o derece.. Top penaltı atmaya hazırlanan birinin önüne konmuş gibi, penaltı noktasına dikilmiş gibi gelir onun önünde dururdu.. Vallahi mübalağa etmiyorum, aynen böyleydi.. Sarı bir adamdı, kimseyle konuşmaz, bizi falan bile gözü görmezdi..
    ***
         İşine kilitlenir, kaleye şutlarını çeker, sonrada yine geldiği gibi sessizce toparlanır giderdi.. Bizim Cemil'e bir sorun isterseniz, onların penceresinden bütün mahalle baştan başa sinemaskop film izler gibi seyredilebilirdi.. Bu İsmail Abi'yi; zayıf, sarışın ve kan ter içinde kalmış haliyle ve sanki üzerinden düşecekmiş gibi duran bir kaç beden büyük eşofmanlarıyla hatırlarım..
    ***
         Bizim oralar gerçekten biraz acayip, sıra dışı hayatların yaşandığı yerlerdi galiba.. Biraz "kaçık" hallerimiz vardı.. Bakın size şimdi yeni bir bilgi verecem; Konumuzla doğrudan alakası yok ama olsun, bilgi bilgidir; Deli, Zır deli, ve Hınzır deli olmak üzere Üç çeşit " Deli" olurmuş.. Bu üç çeşit deliler de kendi içlerinde yine üçe ayrılırlarmış.. "aaa, Biz zaten biliyorduk" falan demeyin.. Bir gün size bizim mahallenin delilerini de anlatmak isterim ama, o kadar kalabalığız ki..
    ***
         Nasıl yapacağımı, nasıl anlatacağımı da bilemiyorum.. Alfabetik sıraya göre mi, yaşadıkları yıllara göre mi, "tırlatma" derecelerine göre mi anlatsam.. Gelip başıma "çullanmasınlar" diye listeye kendimi de katsam mı katmasam mı ?.. Bir yolunu bulacağız artık.. İyicene inandırıcı olsun diye bizim gruptan beş altı kişiyi de kura çekerek listeme ilave mi etsem ?..
    ***
         Mektebin bacaları " diye bir türkü var; herhalde sizde dinlemişsinizdir.. Güzel bir türküdür.. Ben pek halk müziği dinlemem ama, bazı türküler var ki, kendisini diletiyor be arkadaş.. Bana; iki türkü seçme hakkın var, seç bakalım şurdan iki tane deseniz, biri kesin bu türkü olur, ikincisi de "Yozgat sürmelisi", onu seçerim.. Yozgat sürmelisi de hakikaten anlayan anlar, iyi parçadır. Oya gibi işlemiş adam, helal olsun.. "Şimdi durduk yerde neden bu türküden bahsediyorsun", nerden çıktı şimdi bu türkü muhabbeti ? diye sorarsanız; bir sebebi var tabiiki.. Altta anlatacağımız konu ile alakası var..
    Mektebin bacaları,
    Ders Verir Hocaları..
    Kim Yarimi Sorarsa,
    Odur Birincileri ..
    Ay Doğar Bedir Allah,
    Bu Sevda Nedir Allah..
    Ya Benim Muradım Ver,
    Ya Beni Öldür Allah ..
    ***
         Hani geçen gün çok eski bir tarihten bahsederken; Bolu'da Belediye Meydanı'ndaki Selami Hitit Hocamız'ın evinden de söz etmiş ve o evin yerinde Osmanlı döneminde bir kız mektebi (inas) olduğunu anlatmıştık dilimiz döndüğünce.. İşte o konuya tekrar dönmek istedim.. İşte o yüzden bu türkü mürkü muhabbeti.. O konuyu merak ettiğim için araştırdım; biraz daha kurcaladım daha doğrusu..
    ***
         Hem merak ettim hem de şimdiye kadar böyle bir mevzu işitmemiş olmamıza şaşırdım.. Aslında bu konu ile ilgili internette oldukça fazla bilgi de var.. Şimdi Allahları var adamlar oturmuş araştırmış, emek vermiş ve anlatmışlar.. Anlatmışlar anlatmasına da anlayacak adam nerde.. Bizim okuma alışkanlığımız olmadığından böyle şeylerle pek ilgilenemiyoruz..
    ***
         Eskilerin deyimiyle "çay sıra gidip, yol sıra" geliyoruz.. Veya başka bir deyimle " Elimiz işte , gözümüz oynaşta".. Hadi sizi karıştırmayayım ne olur ne olmaz kızarsınız falan.. "Ne oldu Erdoğan bey, bir maruzatınız mı vardı ? diye sormaya başlarsınız.. Ama ben kendim için konuşacak olursam; ben öyleyim yani, "çay sıra gidip yol sıra gelenlerden.."
    ***
        İnas Mektebi, yani bugünkü ismiyle "kızlar mektebi" sevgili hocamız Selami Hitit'in evinin yerinde bulunmaktaymış.. Yani Belediye Meydanı'nda merdivenlerle tuvaletlere inilen sokağın hemen solundaki binadaymış.. O günlerde (1890 tarihli salnameye göre), okulun baş öğretmeni Mihriye Hanım, ikinci öğretmeni Fatma Hanım, bevvabesi, yani hademesi ise Nazife Hanım'mış ve öğrenci sayısı da 153 kişiymiş..
    ***
        1896 yılında ise; yani altı yıl sonra okul kadrosu başöğretmen Fatma Hanım, ikinci öğretmen Hafize hanım.. Diğerleri ise; Habibe Hanım, Fethiye Hanım ve Hat muallimi Hacı Yusuf Efendi (kızların içinde kızılcık bebek olarak).. O yılki öğrenci sayısının 127 kişi olduğu görüyoruz..1899 yılında ise öğrenci sayısı 93'e kadar düşmüş..
    ***
         Bu üç yıllık ilk mektepten sonra gidilen Rüştiye'de; yani bugünün orta okulu da yine ilk mektep gibi üç yıllık.. Ama bu okulun açılabilmesi için 1869 Nizamnamesine göre, şehrin en az yüz hane olması gerekiyor.. Eee demokrasilerde çare tükenir mi ? tükenmez tabiikine.. Gerçi o zaman Demokrasi filan yok, devir Osmanlı devri.. Bizimki lafın gelişi, "lafın perzengi" denirdi eskiden.. Bolulular bu okulun açılabilmesi için gece gündüz "ha babam de babam" canla başla çalışarak hem nüfusu hem de hane sayısını artırıyorlar.. Hatta "işi" öyle bir abartıyorlar ki, nerdeyse iki tane Rüştiye açabilecek hale geliyorlar.. Yani vur deyince öldürmüş atalarımız..
    ***
         Bu mekteplerde yani kızların gittiği bu mekteplerde bir tuvalet (hela), büyük bir su küpü ve zincirle asılı duran bir bakır kalaylı tas bulunur ve sınıftaki uzun sıralara çocuklar rahat oturmak için evlerinden minderlerini getirirlermiş.. Hocanımlar ise önlerinde " rahle" ile çocuklardan biraz daha yüksekte bir yerde oturarak ve "fıldır fıldır" eden gözlerle öğrencileri gözetlerlermiş.. Mektebe gelen çocukların gözüne ilişsin de onlara gözdağı olsun diye bir falaka da duvarda devamlı asılı dururmuş.. Bir hoca "Ya Settar" diyerek duvardan falakayı indirmişse durum "vahim" demekmiş..
    ***
         Ders için Mihriyanım'ın yanında minderine diz çöküp oturan çocuk, boynundaki keseden kitabını mitabını, her neyse çıkarır; okuyacağı satırları takip etmek için yanında taşıdığı "hilal" i elinde hazır tutarmış.. Hilal'in ne olduğunu biliyor musunuz ? Bende saf saf soruyorum, nerden bileceksiniz siz hilal ne demek.. Hilal; kurşun kalem büyüklüğünde ve okurken satırları takip etmek için kullanılan bir aletmiş.. Ne kadar değerli ve hiç bir yerde bulamayacağınız bilgiler veriyorum size.. Öyle değil mi muhteremler ?..
    ***
         Daldan dala atlıyoruz ama artık o kadar olacak.. Size de mal beğendiremiyoruz ki birader !! belki beğenirsiniz diye bırakın daldan dala atlamayı; artık kendimizi aşıp maymunlar gibi ağaçtan ağaca atlayacaz nerdeyse.. Neyse boş ver, biz dönelim yine "Mithat Hitit" in dedesinin "İnas mektebi" olan eski evine.. Mektepte çocuklara evvela Elifba cüzü okutulurmuş..
    ***
         Derse Besmele çekerek başlayan hocanım hilali eline alarak; elif, be, te şeklinde tek tek harflerin üzerine koyar, çocuğa da aynısını tekrarlatırmış.. Adamın bir gözü duvardaki falakada, bir gözü Mihriyanım'ın elindeki kitapta.. Bu şekilde kafaya ders mi girer be kardeşim.. Bu "hilal" dedikleri şey de şimdiki öğretmenlerin "kara tahta" da bazı şeyleri göstermek için ellerinde tuttukları çomak gibi bir şey olsa gerek..
    ***
         Bu bilgileri ben de sizinle birlikte öğrenirken; çocukluğumda "Hitit" lerin bahçe duvarına, bir kaç arkadaşımla tırmanıp fındık çalmak için uğraştığımızı hatırlıyorum.. Gerçi çalamamıştık, duvarlar çok yüksekti ve girişimimiz sadece teşebbüs halinde kalmıştı.. Aman, iyi ki çalamamışız, ne olur ne olmaz "Falaka" miras yoluyla yeni kuşak "Hitit" lerin eline falan geçmiştir ve belki duvarda hala daha asılı duruyordur.. Allah korumuş..
          Herkese selamlar, sürç-i lisan ettikse affola.. Şurda kendi kendimize sohbet ediyoruz, kimseyi kırmak gibi bir niyetimiz de asla yok..
          
                                                                     Erdoğan Mühürcüoğlu
    • köprü20 Mayıs 2013 . 14:21

      sen neymişsin be abi  nelerde biliyormuşsun  sen nerdeydin şimdiye kadar iyiki varsın benim yaşadıklarımı  bana hatırlatır gibisin 1960 lı 1970 li yıllarda yaşananları olanı biteni bolu nun geçmiş yıllarını anlatıyorsun ki sanki okudukça sanki o yılları  yeniden yaşar gibi oluyor adeta  insan hacısından hocasından yemenicisinden bakkalından aşşa çarşı  yukar çarşı gerçekten  harika  yazıyorsun  bu  güzel yazılara  devam  lütfen

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Sadelik, iyilik ve doğruluk olmayan yerde büyüklük yoktur.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak