Halk BolununSesi'ne güveniyor. Okunuyorsak sebebi budur

Şefik Bey.. Mapushane.. Bisiklet..

Erdoğan Mühürcüoğlu

    13 Ekim 2014
          Beylerbeyine gidecez İsmail abiyle.. Beylerbeyi'nde, caminin karşısındaki balık lokantasının sahibi Bolu'luymuş.. Bolu'daki Deryapaşa'nın sahibinin oğluymuş.. Eğer lokanta hala oradaysa, oturup bir şeyler yiyecez,.
    ***
          Bugün İsmail abim "yazıyon da noluyor allah aşkına" diyor. 'hep eften püften şeyler.. "Bülent Başer var Bolu'lu, onu yazsana.. Adam dünya'ya nam salmış bir boksör.. Dünya şampiyonu Juan Carlos Gomez'i bile o çalıştırıyor.. Sinan Şamil Sam, Dünya şampiyonu Selçuk Aydın, Mahir Oral, hep onun çalıştırdıklarından.. Senin yazdıklarını yazdı herkes, sen yazılmayanları yaz, hayat tecrübemiz var, dedüğümü yap..!" 'Ne okulu bırakması Erdoğanım' diyor 'olur mu öyle şey, ben düz lisedeydim, bizim zamanımızda lise bir yıldı, sen ordan karuşduruyan' Hahahaha deme ya!
    ***
           Yaz! diyor 'eskiden bakkaldan 'yarım sana yağı' alabilirdin, yarım ekmek, çeyrek ekmek alabilirdin.. Yaz bunları, veresiye defterinde bakkal kalem oynatmış mı? bakardın.. Suni tahta'nın kalecisi Muzaffer vardı, Antrenörleri Coşkun vardı onları da yaz.. Tuna Kahvesi'nde 'Joe! vardı; sen jak vardı diyosun.. Joe başka, jak başka, düzelt bunları.. 'Bir sigaranı yaktık, demediğin kalmadı' dedim de 'Hangi bir cigara birader' diyor, 'paketi bitüdün be! İsmail abi benden de bi randuman alamamış..
    ***
           ŞEFİK BEY..
           Bolu Müstakımlar köyünden Eminanım'ın iki oğlu var; Tevfik ve Şefik.. Tevfik olan baya sorunlu bir çocuk.. Ani heyecanlanmalar yaşıyor, sokağa çıkıp bağırıp çağırıyor.. Öfkeden renkten renge giriyor, Sara tutuyor.. Olmayacak şeylerden korkup bayılıyor.. Aile, doktor doktor geziyor, ne hacısı kalıyor gitmedikleri ne de hocası.. Son bir ümitle İstanbul'daki doktorlara yöneliyorlar..
    ***
           Ya çocuğuna çare bulacak Eminanım, ya da perperişan İzmir'e dönecek.. İstanbul'da da çalmadıkları kapı sormadıkları adres kalmıyor.. Sonunda zamanın ünlü doktoru Pepo'yu bulup ona anlatıyorlar mevzuyu.. Emine Hanım'ı dinleyen pepo; "Hiç telaş etme bacım" diyor "Bu hastalık geçer, madem gece gündüz ney üflüyor, üstüne varmayın, bırakın kendi haline, ne isterse onu yapsın.." Öyle mi? öyle..! 'Ne halin varsa gör' diyor Emin'anım çocuğuna 'canın ne istiyorsa onu yap..! Bir kaç yıl sonra da Neyzen Tevfik ismini duymayan kalmıyor ülke'de..
    ***
           O'nun Bolu'nun Müstakimler Köyü'nden Emine Hanım'ın oğlu olduğunu, ölümüne yakın Bolu'ya gelip Akpınar Mahallesi'nde oturduğunu, evin sokağa bakan penceresinde ney üflediğini biliyordum ama, bir oğlu daha olduğunu bilmiyordum.. Prof Dr. Şefik Kolaylı'yı.. Boynunda ney ve matarası, sırtında hırka, berduş kılıklı, yarı çılgın biri Neyzen Tevfik.. Kafası kime bozulduysa ana avrat dümdüz giden biri.. Baktım da; kardeşi Şefik'in de ondan aşağı kalır yanı yok 'Katranı kaynatırsan olur mu şeker' hesabı..
    ***
           Balkan Savaşı sırasında yedek subayken sığır vebası var diye dokunulmayan onlarca hayvanı kestiren, kavurma yaptırıp askere yediren adam.. Sığır vebasının insanda hastalık yapmadığını bilen genç bir Teğmen.. Huzuruna çağırıp kendisini mahkemeye vereceğini söyleyen komutana 'askerlerin protein ihtiyacını karşıladım, tek bir askerde hastalık çıksın beni kurşuna dizin' diyen, feriştahı gelse eyvallahı olmayan biri.. Konuşurken Bolu'daki dayılarından öğrendiği 'godumun' cümlesini satır aralarında sık sık kullanan..
    ***
          İstanbul'un işgalinde sığır vebası serumu hazırlanması için Baytar Mektebi ahırında bekletilen öküzleri ipinden tutup Eskişehir'e kaçıran, Eskişehir'in işgali üzerine de önce Kırşehir'e, daha sonra da Etlik'e taşıyan adam.. Atıp tutmak kolay da, zor işler bunlar.. Kimileri kafasını kaldırıp etrafına bakınamazken, 'Aman neme lazım, şahit mahit yazarlar' derken; kimileri de canını dişine takıp ölümüne çalışıyor bu memlekette.. Peki bu güzel millet Şefik Bey gibi güzel bi adamı unutur mu? Ayıp ettin! unutur, anında hem de, şipşak..
    ***
           MAPUSHANE..
          Tebligatı almamla birlikte içime bi korku düştü.. Önce bi yanlışlık falan mı var? diye düşündüm.. Sonra 'ulan! dedim "bunların aklına gene bi fetbazlık geldi ya, dur bakalım" Paldır küldür mahkemeye çıktık; daha ağzımı açıp iki kelime bile edemeden; 'Yaaa! demek öyle' dedi Hakim bey 'yaz kızım; sanığın eylemine uyan Türk Ceza Kanunu'nun filanca maddesine göre on gün hapsine, hapis cezasının ertelenmesine, paranın ise derhal tahsiline..' İlk defa bi mahkeme yüzü görmüşüz, kaçar mı bu fırsat? filmlerdeki gibi 'Yaşasın adalet..! dedim usulca.. Hakim duydu, güldü, zabıt katibi dudaklarını ısırdı ..
    ***
           Zaten bizim kanunlarımızda "tıkalım seni içeri de gör gününü" diye bir şey yok.. Tıksalar bile Hapishaneler mahkumu rahatsız etmemek için elinden gelen her şeyi yapıyor.. Mesela yıllar önce 'Şekerim Ali' amcanın yattığı cezaevine Ankara'nın bir müfettiş göndereceği tutmuş.. Bir şey olacağından da değil, maksat dostlar alış verişte görsün.. Müfettişin gelişiyle huzuru kaçan Ali Amca çok kızmış.. Artık idareye mi kızdı, gardiyanlara mı bilinmez, o kızgınlıkla müfettiş ve gardiyanlar revirdeyken kapıyı üzerlerinden kilitlemiş.. Çok anlatmıştık hatırlarsınız; Ali amca esir düştüğü İngilizler'e papuçunu ters giydiren bir adam.. Bu özelliğini bilen cezaevi yönetimi de başımıza bir çorap örer diye korkup şikayette bulunmamışlar..
    ***
           Cezaevi dendi mi aklıma hemen Borazanlar'daki kahve gelir.. Kani'nin işlettiği kahve, ya da ocakcılığını yaptığı..Tam emin değilim.. Önünde asmalı bir de çardak vardı, ceza evi ziyaretlerinde, yağışlı havalarda tıklım tıklım dolu olan yer.. Kahvehaneler her türlü geyiğin yapıldığı sonunda "Amerika'nın oyunu bunlar" denilerek konunun bağlandığı yerlerdir.. Heyecanlı olsun diye konuların abartıla abartıla anlatıldığı yerler.. Çocukların okul kitabında görmüştüm.. Adamın biri Kahvede İstanbul'daki son depremi, anlatıyor. "Ben' diyor 'deprem olurken Eminönü'ndeydim.. Allah sizi inandırsın, Yenicami'nin minareleri yok mu! yatıp yatıp kalkıyor, kaldırım taşları fokur fokur kaynıyor.. Herkes köprüye koştu, ben de koştum.. Köprünün üstüne gelen yığıldı, gelen yığıldı. yalan olmasın beş yüz bin kişi olduk"
    ***
            Kağıt oynayanlardan biri, 'hadi lan' diyor 'köprü beş yüz bin kişiyi nasıl alsın..? Adam bu kez köprünün üstünde dört yüz bin kişi olduğunu söylüyor.. Dinleyenler bunu da çok fazla bulup bu köprüye sığsa sığsa beş bin kişinin sığabileceğini söylüyorlar.. Adam iki yüz bine, daha sonra yüz bine düşüyor.."Yalan söyleyecek halim yok' diyor, 'gözümle gördüm, mahşer yeri gibiydi.. Hadi beş yüz bin değil de, iki yüz bin kişi olsun.. İkiyüz bin kişi az mı?" kendisiyle dalga geçildiğini anlayınca da, anlattığına anlatacağına bin pişman olup yüz binden yetmiş bine, elli bine, yirmi bine, on bine, sonunda beş bine kadar iniyor...
    ***
           Bir kahve hikayesi de Mehmet abimizden dinlemiştik; Şehir lokali kalburüstü zevatın devam ettiği bir yermiş eskiden.. Hakim, Savcı,Tüccar gibi üst tabakanın devam ettiği bir yer.. Bir gece lokalde oyun kurulacak; bir kişi eksik.. En yakında kim var? Hüseyin Avlacıoğlu.. Evi hemen karşı sırada..Telefon etmişler.. O da hazırmış zaten.. Pijamalarının üzerine giydiği paltosuyla gelmiş.. 'Vur papazı al kızı' derken sabaha karşı anca dönebilmiş eve.. Sokak kapısında yakalandığı eşine 'tuvaletten geliyorum' diyormuş 'vallaha da billaha da tuvaletten geliyorum..' Lokali çalıştıranı da söylemişlerdi ama unuttum, ya, Akhoca'ydı, ya da Hamdi Gença..
    ***
           Şu Bisiklet var ya; kim icat ettiyse cennetlik.. Adam çalışmış çabalamış gecesini gündüzüne katmış güzel bi şey çıkartmış ortaya.. Allah gani gani rahmet eylesin.. Eskisini Migros'un önünden çaldırınca 450 lira verip yine aynı yerden, Migros'tan yenisini aldım.. Bisiklet tutkusu taa çocukluktan kalma bi aşk, 'siyah beyaz film gibi biraz..' Benzin istemiyor, mazot istemiyor, vergisi yok, algısı yok..
    ***
           Haberler maberler sıkıyor ya bazen, sinir basıyor.. Ben dışarıya kaçıyorum öyle durumlarda.. Tayyip'i, Kılıçdar'ı falan evde bırakıp atıyorum kendimi sokağa.. Bence gecenin bir vakti de olsa insan çıkıp bir kaç tur atabilmeli bisikletle.. Burada çok dik bir sokak var, bir fren yapsan on takla atarsın oraya gidiyorum.. Tek sorun kapıda yatan çılgın köpek.. Bir de o olmasa evden çıkarken.. Havlamaları peşime takılmaları olmasa.. Çıkmadan önce fırlattığım patateslere de alıştı 'ulan dans ettirecem seni bak gör! deyip fırlatıyorum patatesi, umurunda değil, bir vücut çalımıyla kurtuluyor patatesten..
           Yolcum var burada kesiyorum.. Geçmiş bayramınızı da kutluyorum bu arada..
                 Hoşça kalın..
                                                                     
    • Hülya Erdoğan5 Mayıs 2020 . 00:56

      Asker perişan, aç ve hastaydı. Hayvanlar da. Hasta sığırları yedirtmiyordu komutan. Veteriner Hekim Şefik sığırdan hastalık geçmediğini söyledi; dinlemediler. Kendini koydu: “Bir tek asker hastalanırsa beni kurşuna dizin.” Sığır eti kavruldu, asker kendine geldi, Edirne geri alındı. Balkan Savaşı’nın mucize veterineri, 1. Dünya Savaşı, İstiklal Savaşı... İzmir’e koşan süvarilerin atlarındaki hastalığı da tedavi etmiş, aşılar geliştirmişti. #

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak