BolununSesi; Halkın Gazetesi

30 AĞUSTOS.. KAPI..

Erdoğan Mühürcüoğlu

30 AĞUSTOS.. KAPI..
    31 Ağustos 2022

         30 AĞUSTOS.. KAPI..

          "Eyvah!" dedim,"vallaha o, koca götlü Çetin.. Ondan başka kimse aramaz bu saatte.. ''Bolu'ya geldin beni aramadın! diyor.. ''Şurda bi Çetin olacaktı gidip bi yoklayayım, hatırını sorayım demedin..'' Aşkolsun! dedim, ''gelsem uğramam mı yav? Sen benim hanım'ı gördün anlaşılan.. Akçay'dayım ben..''

    * * *

          Son yazımda ''Ilıca yolunda çalışan minibüsler Susuzkınık'lı Pire İsmail ile başladı'' demişim.. ''Pire İsmail Ilıcakınıklıydı'' diyor, ''nerden çıkardın Susuzkınığı.. Kaplıca'ya giden ilk minibüs şoförü de 'Silahsız' lakaplı biriydi.. Bilip bilmeden yazıyorsun..

    * * *

           ''Kapadın mı gene lan.. Aloo..! Kapa bakalım kapa.. İki gün sonra 'Edip Bey'in fotoğrafı var mıydı' diye ararsın, soyadı neydi diye koşarsın peşimde..''

    * * *

         ''Yok yahu ne kapatması Çetin'' derken zor tutuyorum kendimi.. Tuna kahvesinde çıkardığı kavga geliyor aklıma.. Gerilip gerilip kavga ettiği adamın sırtına atlaması geliyor.. Adamın sırtına yerleşip, ayaklarını beline dolaması..

    * * *

          Aslında 30 Ağustos Zafer Bayramı diye aramış.. Kurtuluş şavaşından, verdiğimiz şehitlerden, Bolu'da kurulan Redif taburlarından, onların Karaçayır'daki talimlerinden bahsedeyim diye.. Teğmen Deli Fikret'ten yardımcısı Deli Refik'ten..

    * * *

           Ben bunları çok yazdım halbuki.. Sivil elbiseleriyle savaşa katılıp bir çoğu geri dönemeyen Bolulu askerleri, 'Bolu Lisesi'nin Çanakkale savaşlarına katılan öğrencilerini, hocaları Mehmet Kemal Efendinin esir düşmesiyle başsız kalıp bir daha geri dönemeyen çocukları..

    * * *

          412 şehitle Antep'e Gazi unvanı verilmiş dedim, Urfa'ya 51 şehitle 'Şanlı' unvanı verilmiş.. 150 şehidi var diye Maraş'ı 'kahraman' ilan etmişler'' dedim.. Bize 1419 şehidimize karşılık 'Safranbolu, Kastamonu 'Şanlı Bolu' kalmış'' dedim.. Gavurlar Mahallelisi'nden Kirkor abi'yi bile yazdım bir yazımda.. Cephede yaralanan, Çanakkale Devlet Hastanesi'nde 16 mayıs 1915 günü vefat eden..

    * * *

           1950'lerde tozu dumana katarak Karaçayır'a talime giden askerler bile vardı yazdıklarımın arasında.. ''Yürüyüş kararı sayılacaaaak, say!" komutuyla hareketlenen, 'bir- kii- üç- dört, bir- kii -üç- dört! temposuyla devam eden.. 'Annem beni yetiştirdi, bu ellere yooolladı - Bir kii üç dört, bir kii üç dört..!

    * * *

          VESİKALIKLAR..

          Bu biyometrik vesikalıklar var ya, kim icat ettiyse Allah'ından bulsun.. Adam ''Kulaklar görünecek'' diye diye strese soktu beni.. ''Bu olmamış, bu hiç olmamış, bunu kabul etmezler..''

    * * *

          ''Bu güzeldi, bu kalsın'' diyorum, ''bu eskisinden hallice..'' ''yok! diyor ''sağ kulak tam çıkmamış..'' İyi de kulağımın olanı bu birader.. Sinir geldi.. Altı üstü bir vesikalık.. Senin çekeceğin fotoğrafın da, elindeki makinenin de, sana fotoğraf çektirmeye gelenin de..

    * * *

           Nasıl aramazsın bizim eski fotoğrafçıları.. Arman'ın, Tevfik Türk'ün, Kemal Şen'in çektiklerini.. Çektikten sonra 'giyotin' gibi bir aletle kenarlarini ''kırt, kırt, kırt'' diye kesip çeyrek bir zarfın içine koyarak verdiği..

    * * *

           Fotoğrafçı deyip geçmemek lazım, sinema makinasını ilk defa fotoğrafçı Suphi bey getirmiş şehre.. Gerçi onların dönemine pek yetisemedik biz.. Eskilerden Foto Cevat Kızıltan'a yetisebildik biraz.. Onun duvarda asılı kemanı ile mangalda küllerin içine sürülmüş cezvesi kalmış aklımda.. Aynanın kenarına iliştirilmiş bir kravat, kapının arkasına asılı 'fotoğrafçı ceketi'..

    * * *

         Kimler geldi kimler geçti o meslek grubundan.. Ferhat, Emin ve Oktay Arman, Mehmet Sak, Ziya bey, Emin Kavarna, Cevat Kızıltan, İbrahim Yorgancı, Kemal Şen, Tevfik Türk..

    * * *

           ''Fıratlı Mektepliler Pazarı'' bile fotoğrafçı dükkanıymış eskiden.. Rahmetli Emin Fıratlı resmi bayramlarda öğrencilerin fotoğraflarını çekip dükkanın camına asıyormuş sahipleri görüp alsınlar diye..

    * * *

          Ben ne zaman bir fotoğrafçı vitrinine rastlasam aklıma Ziya Osman Saba ve onun ''Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi'' adlı kitabı gelir.. Sanki Emin Arman'ın dükkanı anlatılıyor gibi gelir okurken.. Vitrinde bir çoğu aramızda bulunmayan, güler yüzlü insanlar, gelin-damat fotoğrafları.. Ve benim her izine geldiğimde ''acaba hala duruyor mu diye bakmaya gittiğim çocukluk arkadaşım.. ''Nokta noktam''.. Boyumuzu ölçüp işaret ettiğimiz çizgiler hala durur Semerkant'daki evin bahçe kapısında..

    *

         Dün bir dosttan uzun bir mektup aldım

         Beni anlatmış sana

         Ve sen ona ve sen ona

         Unuttum artık onu demişsin

         Unutamazsın nokta noktam

    *

         Çünkü sen,

         Bende esen hala o kavak yelisin

         Unutamazsın

         Kan değil tüküremezsin

         Ruj değil silemezsin..

    * * *

          BAYRAMLAR..

          "Her bayram aynı terane.. Aah ah, nerde o eski bayramlar.. Valla biz öyle güzel bayramlar falan görmedik. Her şey de öyle rüya gibi falan değildi.. Her bayram gidip; bütün müşterilerin elini öptüğümüz kahvehaneler vardı.. Bir dondurma arabasının peşine takılmayı oyun saydığımız günler, pastacı Kara Ahmet'in tencerelerini sıyırmak için kapısında beklediğimiz..

    * * *

          Güzel olan çocukluktu belki.. Ölümler, hastalıklar, ayrılıklar, yoksulluk.. Hepsi vardı.. Çocuk olduğumuz için farkında değildik bunların.. Şimdiki çocuklara 20 yıl sonra sorsan onlar da muhtemelen ''Nerde o eski bayramlar'' diyecekler..

    * * *

         YALNIZLIK..

          Yalnızlık zor iş.. Ahmet Nadir'in bir apartmanda tek başına yaşadığı yıllarda yazdığı bir şiiri var; “Kendi kapımı çalıp, merdiven altına saklandım kimi geceler'' diyordu şair o şiirinde; ''Kendi kapımı çalıp, merdiven altına saklandım kimi geceler / Komşular, kimsesi yok demesinler..''

    * * *

          Geçen gün Bekir Coşkun'un ''Titanik Kemancıları'' adlı kitabında da rastladım aynı şiire.. Hem o şiir vardı kitapta, hem de Bekir Coşkun'un o şiire atıf yaparak anlattıkları..

    * * *

         ''Depremden bir süre sonra, aklımda kalan bir fotoğraf; Bir felaketzede, muhtemelen evinden geri kalan bir eski tahta kapıyı sırtına almış götürüyordu.. Nereye?.. O da bilmiyordu belki..

    * * *

           ''Uzun zaman o afetzede adamı ve kapısını düşündüm'' diyor Bekir Coşkun.. ''Düşündükçe yavaş yavaş kapı benim sırtıma geçti.. Sırtımda bir kapı ile dolanmaya başladım bir zaman..''

    * * *

    Ve devam ediyor; ''Ben olsam ben de kapımı kimseye vermezdim.. Alıp giderdim kapımı.. Boş arsada arada bir geçerdim içinden.. Belki arkasında oturur, arada bir “Kim o?” derdim.. Ya da canım mı istemedi; evde yokmuşum gibi yapardım.. Ama bir hasret, bir özlem, bir umut varsa.. Durup durup seslenirdim boş arsadaki kapımın arkasından; “Kim o?..”

    * * *

          Hoşça kalın arkadaşlar..

          Erdoğan Mühürcüoğlu..

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak