BolununSesi; Halkın Gazetesi

Kamber.. Orkestra.. Kilise.. Mektup.. 

Erdoğan Mühürcüoğlu

    11 Kasım 2016

           Kamber.. Orkestra.. Kilise.. Mektup.. 
           Sonradan yaşamaya başladığın yerin hikayesi olmuyor arkadaşım.. Sadece çocukluğunun geçtiği şehir geliyor insanın peşinden.. Hafızana kazınmış mekanlar, kişiler.. Bir şey anlatacaksan onları atlayıp geçemiyorsun.. İstesen de istemesen de kendini anlattırıyor sana şehir.. Afer abi vardı Bolu'da, ondan bahsedildi bugün.. Duymamıştım; Eczacı Muzaffer Hanım'ın şoförlüğünü de yapmış bir ara..
    * * *
          Ardından da Eczacı Hilmi Bey'le Muzaffer Hanım'ın düğününe geçtik.. Halkevi'nde dillere destan bir düğün olmuş.. Şehrin ileri gelenleri üst düzey bürokratlar, eşleri.. Kamber'siz düğün mü olur.. Bizim mahalle ile birlikte Kamber Onbaşı da gelmiş düğüne.. 
    * * *
          Halkevi'nde öyle bir orkestra varmış ki o tarihte, caz maz ne istersen çalıyor.. Caz değil ama, dans havaları ile coşmuş Semerkant'lılar.. Hele Kamber dayı.. Üzerindeki zeybek kıyafetleriyle bir atlamış piste; Zorba filminin Anthony Quinn'i gibi.. Dönü dönüveriyormuş Halkevi'nin ortasında.. Tarih 11 Ocak 1941, günlerden Cumartesi.. 
    * * *
         ORKESTRA..
          Bir de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın 1963 yılında verdiği konser var.. İzleyenlere hayatlarının en büyük sukutu hayalini yaşatan konser. Ben o konser için neden İnkilap Okulu'nun, seçildiğini hala çözebilmiş değilim..
    * * *
          Süslenip püslenip okulun müsamere salonunu dolduranlar 'kimbilir ne türküler söylenecek, ne uzun havalar çekilecek' diye beklerken, Beethoven'in 'opus iki numaralı keman konçertosu' ile şoke olmuşlar.. En önden yer kapanlar, keman virtiözü Suna Kan'ı dansöz zannedip para takmaya hazırlananlar.. 'Acaba' demişler 'notalar falan mı karıştı..?
    * * *
          Sahneye kadar gidip 'yaw yapmayın' diyenler olmuş.. 'Bari 'Tombalacık Halimem'i çalın yav.. Halay çekecez diye 'Figaro'nun düğünü'nü bekledik, o da fos çıktı.. Zeybek elbiselerini boşuna mı giyindi Kanber onbaşı.. Kırmızı şeritli madalyasını boşuna mı taktı Şekerim Ali.. Ya biz? Haybeye mi teptik bunca yolu?”
    * * *
          KİLİSE..
          Babannem anlatırdı.. Geçmişte 2 tane kilise varmış Aktaş'da.. Vaftiz ya da nikah töreni olduğunda gider bir kenardan kilise müziği, kilise korosu falan dinlermiş.. 'Hepsi de tanıdığımız, bildiğimiz insanlardı' derdi.. Çarşıda, pazarda, rastlayıp konuştuğumuz, Ilca'da birbirimizin sırtını sabunladığımız insanlar.. Çocukların paskalya'da yumurta, ramazan bayramı'nda da şeker topladığı.. Kimsenin 'Niye geldiniz? demediği..' 
    * * *
           Ulan diyorum bazen; topu topu iki kilise değil miydi bu.. Hadi yıktın yıktın, bari bir kaç parça eşyasını sakla.. Bir kandil, bir şamdan, bir fotoğraf.. Sadece 'Vuslat Hanım'ın fotoğrafı var Selahattin İkiz'de.. Onun dışında her yer karanlık.. O fotoğrafı da Ayhan Kerse vermiş Akpınar'dan..
    * * *
           İlk okulu o mahallede okudum.. En son hatırladığım kişi 'atlı' bir postacıydı.. Herhalde 'atı var' diye unutmadım onu.. Ya da postacı olduğu için.. Bir dönemin en popüler kişileriydi postacılar.. Pembe zarflar, ucu yanık mektuplar, çeşme başları.. Hiç biri kalmadı.. 'Yine yakmış yar mektubun ucunu' da kalmadı, 'Susadım çeşmeye varmaz olaydım' da.. Çeşme başı dendi mi, alış veriş merkezlerindeki 'Sebil' leri anlayacaz artık.. 'Susadım Sebil'e varmaz olaydım' diyecez ; 'Elinden bir tas su içmez olaydım..
    * * *
          'Postacılar, Bekçiler tamam da, Zabıtalar da vardı be Hocam' dedi arkadaşım.. Zabıta amiri 'Aparis' vardı mesela.. Fantomas filmindeki Jandarma çavuşu Louis de Funes gibi.. Hiç beklemediği anda gelir dikilir esnafın tepesine.. Fırınlar, pastaneler ne alemde? Raflarda ürünler etiketli mi? terazilerin ayarlarıyla oynanmış mı? Asla müsamaha etmez.. Bir iş yerini; hatta tüm iş yerlerini ebediyen kapatıp anahtarlarını da Büyüksu'ya atabilir.. Hahahaha..
    * * *
         Ve Şeref Abi.. Üzerinde safari tipi ceket, belde beyaz kemer, üst cepte zincire bağlı düdük.. Altında fazla ütülenmekten parlamış lacivert pantolon.. Ve en önemlisi; resmi elbisenin altında sivil ayakkabılar.. Hançer kılıfı gibi.. Hançeri çıkartmış, kılıfını ayağına geçirmişsin gibi.. (Bu benzetme Selahattin Abi'ye ait)
    * * *
          MEKTUP..
          'Hançer kılıfı gibi ayakkabı' deyince Bolu'dan bir arkadaşım vardı, onu hatırladım.. 'Yerim aynı, değişmedi' diyordu telefonda, 'Çift kapılı kundura'dan aşağıya in, sol koldaki ilk sokaktayım ben; Çift kapılı Kundura'yı ilk defa duyuyordum.. Kanaat Kundura'ymış.. 
    * * * 
          Borazanlar'dan Durmuş abi de ayakkabıcı Salim Usta'yı anlatmıştı aynı sokaktan.. Salim Usta'ya Bursa'dan gelen mektubu ve zarfın üzerindeki adresi.. 'Palabıyıklı Salim- Rekor kontora- Eğri söğüt altında - Bolu..' 
    * * *
          Postacı Durmuş Özcan.. Sanırım onlardan da kimse kalmadı artık.. Tahsin'le Muhsin'in babasıydı rahmetli.. Yalan dünya be.. Her şey bomboş.. Burada bitirelim mi?.. Yazdıktan sonra kontrol etme saplantımız da var çünkü.. Eklenecek ya da çıkartılacak bir şey kaldı mı? titizliği.. 'Titiz şahine' sendromu yani.. Bir yazının içinde istenmeyen bir kaç satırın kalma ihtimali; çok fena.. Aklına geldikçe ter basar adamı.. 
    * * *
          Allem edip kallem edip Titiz Şahine'yi de sıkıştırdım ya araya.. Hem Vahap Tuncer'in hem de Eczacı Hilmi Bey'in komşusuydu rahmetli.. Bugün Vahap Bey'in eşi Hatice Hanım'ın 'Arya'larından da bahsedecektik, Dibekbaşı Sokak'taki Hacer Hanım'dan, Hamide'den, Vasfi'den ve diğerlerinden.. Olmadı.. Bir başka sefere inşaallah..
            Hoşça kalın..
                                                               Erdoğan Mühürcüoğlu 
     

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak