Yüksek okullar okunabilir, yüksek mevkilere, makamlara çıkılabilir, yüksek mevduatlar yakalanabilir, ama yüksek ahlak seviyesi yakalanmadığı sürece her yükseklik bir gün mutlaka ‘şu veya bu şekilde’ alçalacaktır!

Seha Okuş.. Mendil..

Seha Okuş.. Mendil..
    19 Ekim 2025

    SEHA OKUŞ.. MENDİL.. Adamın her cümlesi, not almaya değecek ...

    Seha Okuş.. Mendil..Seha Okuş.. Mendil..Seha Okuş.. Mendil..Seha Okuş.. Mendil..Seha Okuş.. Mendil..Seha Okuş.. Mendil..Seha Okuş.. Mendil..

           SEHA OKUŞ.. MENDİL..

           Adamın her cümlesi, not almaya değecek kadar önemli.. 'Korku” diye mırıldanıyor, 'Korku; içimize çöreklenmiş, engerek yılanıydı o zamanlar.. Bir insanın verem olduğunu öğrenmesi, yüzüne karşı ölüm hükmünün okunmasıyla eşdeğerdi..

    * * *

           Her tarafta verem savaş afişleri, her gün tükürüğünde kan görecekleri korkusuyla yaşayan insanlar.. Başta ekmek olmak üzere birçok gıda maddesinin karneye bağlandığı, un, şeker, ilaç gibi temel gıda maddelerinin bulunamaz olduğu yıllar...

    * * *

           Bugünkü vurdumduymazlığı görünce, 'demek ki'' diyorum, taa o zamanlardan bir direnç gelişmiş bizim bünyemizde.. Her türlü eza'ya, cefa'ya karşı bağışıklık kazanmışız.. En sıkıntılı günlerimizi Saray Sineması'nın önünde çekirdek çitleyerek atlatışımız belki de ondan.. Hani bir şiirde geçiyordu;

         Yakana gül takayım

         Sen sallan ben bakayım

         Battı balık yan gider

         Anasını satayım..

    * * *

           GÜZİN HANIM..

           Bir fotoğraf gösteriyor arkadaş.. ''Bak ! diyor; ''Bu fotoğrafta Recep bey var, Dr. Recep Heybeli.. Muhlis Karamanoğlu'nun kulağına bir şeyler fısıldayan da Dr. Rıfat Ersoy.. Onun yanında Ahmet Bağışgil.. Aydın bey ve eşi Güzin hanım da var fotoğrafta.. Güzin Özipek.. 'Bizimkiler' dizisinin Babaannesi.. Eşi Aydın bey Bolu'da DSİ de memur o sıralar.. Dr. Recep Heybeli’nin Verem Savaş mücadelesi verdiği yıllara ait bir fotoğraf bu..

    * * *

           Sanatta en yoğun kullanılan hastalıklardan biri olmuş nedense verem.. Roman, şarkı, türkü, sinema gibi her alanda kullanılmış bu hastalık.. Hacı Arif Bey'in veremden vefat eden eşi Nigar hanım için yaptığı; 'Nigâh-ı mestine canlar dayanmaz / uyanmaz uykudan canan, uyanmaz'' şarkısı da bu hastalıkla ilgili..

    * * *

           Naci Eren Hoca'nın ''Mezar folkloru'' diye bir çalışması vardı.. ''Hece Tahtaları'' isimli kitabında, Bolu'daki mezar tahtalarını anlatıyordu Naci Hoca.. Kadın mezarlarının yaba şeklindeki 'Baş Tahtaları'nı, Baş Tahtalarına sürülen mavi, kırmızı ve yeşil boyaların gizemini..

    * * *

           Erol Çakır, Enver Erten, rahmetli Ömer Çakır'ın Askeri gazinoda çalıp söyledikleri bir türküde de vardı o renkler.. Askeri Gazinonun ön kısmında, süs havuzunun yanında çıkarlardı sahneye..

    *

           Al yeşil dökün anneler mezar taşıma,

           Gelen ağlar giden ağlar bu genç yaşıma..

           Bu ne felaketti geldi başıma,

           Rahmetmiyor zalim felek kanlı yaşıma..

    * * *

            HOPARLÖR..

             Sırf haberleri dinlemek için çay bahçelerine gidilen zamanlardı.. Hem oturup çay kahve içmek, hem de 'memlekette ahval ve şerait' ne durumda onu öğrenmek için radyodan.. Peşinden de Rikkat hanım bir şarkı patlatır belki.. 'Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı? Ardından; 'Tek tek basaraktan bade süzerekten..''

    * * *

            Rikkat hanım da Rikkat hanım o zamanlar.. Barış Manço'nun annesi.. Babam hasta kendisine.. Bir de Seha Okuş'a hasta.. Seha Okuş da Müjdat Gezen'in halası.. Mahfel'in cızırtılı hoparlöründe Seha Okuş’un sesi duyuldu mu, babamda hoşafın yağı kesiliyor.. ''Memet efem de üşümüş de donuyor'' derken özellikle..

    * * *

            Aklıma geldikçe gülerim.. Ne hikmetse 'Hoparlör'e bir türlü dilimiz dönmedi bizim.. Tabaklar'da 'Hoparlör', Karaçayır'da 'Oparlö' Akpınar'da 'Apolya' dedik.. Apolya arızalanıp 'hışdamayınca; muhtara haber verdik.. Muhtar belediye reisine, Belediye reisi de Fen Memuru Ali Rıza Bey'e..

    * * *

           Geçen gün bir fotoğraf vardı Bolunun Sesi'nde. 'Vay anasını' dedim bakarken, 'Ne günlerdi ama.. Akçakoca'ya giderdik yazları.. Akşamları, Orman Kampından karşıya, 'Kamelya Aile Çay Bahçesi'ne geçerdik.. Haydar'ı, Erhan'ı, Cengiz'i dinlerdik.. Maksim'e, Çakıl'a gitmiş kadar olurduk onları dinlerken.. Berkant'ı, Ertan Anapa'yı dinlemiş kadar.. Turgay, Haydar, Bülent, Tevfik.. Sonra Seyhan Kömürlü.. Davulda Altan'ın kardeşi Erhan, Org'da Cengiz Eroğlu.. Ve Haydar Reis'in yaşadığı -akıllara zarar-talihsizlik.. Seyircinin; 'Gitarcı sahneden düştü' uyarısıyla fark edilen iş kazası..

    * * *

           Nazar dediydik o zamanlar.. İnsanı mezara, deveyi kazana sokarmış.. Ama ilginçtir; aynı şey Keklik Fahrettin'in de başına geldi Mudurnu'da.. Meteoroloji müdürünün oğlu'nun.. Her vuruşta bir kaç santim ileri giden davul.. Her gidişte taburesini davulun yanına çeken Fahrettin.. Ve bir 'kendinden geçme' anında önce davul sonra Fahrettin kayboldu sahneden.. Düşmez kalkmaz bir Allah.. Madonna bile düştü ya, Lady Gaga bile..

    * * *

           İnsan, keşke bir zaman tünelinden geçip o günlere dönebilsek diyor.. Bir sırt çantasıyla dolaşsak şehrin sokaklarında.. Tanıdık bir sima ''memlekete hoş geldin'' diye karşılasa bizi.. Bir yerde oturup birileriyle eski günleri yad etsek..

    * * *

           Gelmişken Dansöz Chrysopolis'in mezarını ziyaret etsek Hıdırlık Tepesi'nde.. Kaplıcada ölen dansöz Chrysopolis'i.. Sonra Samurkaşzade Mustafendi ile iki kızının mezarını arasak.. Fatma'yla Emine'nin.. Birer karanfil bırakıp höngür höngür ağlasak mezarlarının başında.. Biz ağlarken Akpınar'ı sel alsa göz yaşlarımızdan.. 1944 Depremi'nde kurulan çadırların arasında dolaşıp, Foto Cevat Abi'yi bulmaya çalışsak keman seslerini takip ederek..

    * * *

           Ayağında takunya, elinde bakraçla, Halil Ağaların Hatcanım çıksa karşımıza.. Yeşil gözlü, beyaz tenli, gamzeli.. Kolunda büyükçe bir çanta, içinde komşularına açtığı davaların evrakları..

    * * *

            Evindeki yatır’ı anlatsa bize.. Onun, evindeki yatır'ın türbedarı olduğunu dinlesek hayretler içinde.. Bize Fransızca şiirler okusa.. O okurken biz küçük dilimizi yutacak gibi olsak..

    * * *

           ''Vay anasını lan! desek, ''nasıl duymadık biz Hatçam Teyze'nin evindeki esrarengiz mezarı, Çamlıca Kız Lisesi'nde okuduğunu, Fransızca bildiğini..

    * * *

           Hükümet Meydanı'nda bir karşılama törenine denk gelsek sonra.. 'Kıyafetler son kez kontrol ediliyor olsa, postallar parlatılıyor, köşe başlarını tutan askerler düdük çalarak haber veriyor Komutan'ın şehre girdiğini.. Dirsek teması aralığı sağlanmış, hizaya gelinmiş..

           'Merhaba asker!

            'Sooooll..!

            'Nasılsınız..!

             'Soooolll..!

    * * *

           Ertesi gün Yeni Sinemanın arkasında 'Albay sokak'ta rastlasak Kara Kuvvetleri Komutanı'na.. Evinden çıkmış acele adımlarla çocukluk arkadaşını görmeye gidiyor olsa.. Çavuş Emmi'nin dükkanına muhtemelen..

    * * *

           MENDİL..

           ''Hani Dilber hanımlar vardı sizin sokakta’’ diyor arkadaş.. ''Hani Recep Heybeli uğrardı evlerine sık sık.. Hani yanında Dispanser'in hademesi olurdu, elinde ilaç torbalarıyla.. Bilmezlikten gelme be hemşo.. Beratiye Teyzeyi hatırlar mısın İmaret mahallesinden? Cici Berberlerin gelinini ? Ruhi'nin annesiydi hani.. Beratiye teyze lan ! Yaa, gördün mü bak.. Ah güzel hemşerim benim..’’

    * * *

            ''Geçenlerde Ruhi'yi yazdın ya, ağlattın beni biliyor musun? Bir şiir vardı; ''Bir mendil niye kanar’’diye.. ''Bir mendil niye kanar Ahmet Abi'' diye soruyordu şair.. ''Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar Ahmet abi? diyordu..

    * * *

            "Hani sen panayırda ''zincirli'ye binmiştin de, bir adam musallat olmuştu sana.. Hani adam seni düşme tehlikesi bile atlatarak havada yakalayıp tekmeliyor ve sen fırıl fırıl dönerek boşluğa uçuyordun ''aç aç! çadırları'nın üzerinden.. Hani; ''Seni Heser'e (Hisar) postalayan korkma ağanın' diyordu adam.. ‘Seni şimdi Dadıc'a gönderiyan, Çakmaklar'a gönderiyan, Garacasu'ya gönderiyan'' diyordu.. Hani biz Ruhi'yle kahkahalarla izliyorduk seni aşağıdan..''

    * * *

           Neyse.. Bugün eski yazılarımızdan paragraflar paylaşıp Kolaj yapalım dedik güya.. Dedik ama bazı yerlerde yine tutamadık kendimizi, eklemeler yaptık.. ''Hayat dediğin bir acayip oyun'' demeye çalışacaktık.. ''Bir dayanıklılık testi tabiri caizse'' diyecektik.. Zincirli sandalyelerin tahta merdivenlerini koşarak çıkmak gibi, peşine takıldığın bir palyaço ile dolaşmak gibi panayırı.. Bir dönme dolabın en tepesinde asılı kalmak ve sallanıp durmak üç buçuk üzerinden dört atarak' diyecektik.. Neyse, demiş kadar da olduk galiba..

          Hoşça kalın.. Kendinize iyi bakın dostlar, aklınıza mukayyet olun bu sıralar..

          Erdoğan MÜHÜRCÜOĞLU..

           Türkünün linki; https://www.youtube.com/watch?v=XIo2vjFRCS4

    • Bolu halkı21 Ekim 2025 . 12:30

      Kitap var mı kitap Bu şahane yazıları gerçek kâğıtlardan okumak çok güzel olurdu
    • yolcu20 Ekim 2025 . 14:13

      Korku hâlâ içimizde! O engerek yılanı, hepsine farklı hayatlar verilen doğadaki türlerden sadece biri olan insanın içine çok daha önceden çöreklenmiştir; bilinçlenmesiyle birlikte. Ve o andan itibaren hayat diğer türler için “an”ın zamansızlığı içinde eskisi gibi sürüp giderken insan için durum sonsuza kadar değişmiştir artık: Acı’ya düşmüştür talihsiz tür. Doğada bilinçlenmiş tek (ikiyüzlü) tür olan insan, hep “an”ın içinde olma ve “unutma” bahtiyarlığının dışına atılmasının şaşkınlığıyla kendini avutmak için teselliler arayıp durmaktadır.. Heyhat, çare yoktur; zamanın çarkı geriye çevrilemez. Doğanın diğer türleri sadece yaşarken bir tek insan uygarlık kurma iddiasındadır. O aslında yaşam uygarlığını yıkarak doğadan intikam alma savaşına girişmiştir. Kazandığında kaybedeceği ve nihayet yine doğanın kazanacağı bir savaş. Sona erdiğinde insandan öncesine dönüleceği, yeryüzünün acısının biteceği, sonu cennete, zamansızlığa çıkacak bir savaş; İçinde insanın olmadığı!
    • cemal20 Ekim 2025 . 10:39

      Sağolasın Erdoğan bey., yine bizi geçmişe bir tur attırıp getirdin..duyguna,kalemine,ömrüne sağlık..!!!!!!!!
    • Taner Başer19 Ekim 2025 . 19:05

      Erdovan beyim. Bende eskilerin size hitabıyla başlayayım dedim. Güldüm. Erdovanım hitabına .Bende okudukça ya bu yazıları bir yerde yaşadım mı yoksa okudum mu diye gözümün önünden geçirirken eski günleri bir kolaj yaptım yazınızı görünce hatırladım daha önceden okuduğumu. Boluyu geçen gençlik yıllarını saray sinemasını yeni sinemayı Kara Kuvvetleri Komutanı Sn. Nazmi Karakoç beyi derken sırt çantası ağır geldi ben alayım dedim bir an ve bu güne döndüm. Cadde ve sokaklarda tanıdığa rastlamak ne mümkün. Bolu artık eski en azından 20 yıl önceki gibi bile değil. Müthiş bir gelişme güzellik . Akranlarımızı son yolculuklarında cami avlusunda görebiliyoruz ancak . Neyse tüm dostlara selam. Ayrıca sizlere de sağlıklar dilerim .

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

    Erpiliç

    GÜNÜN SÖZÜ

    Gündüz kandilini Hazırlamayan, gece karanlığına razı demektir.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak