BolununSesi; Halkın Gazetesi

New Bolu (!)

Esra Yıldız

    3 Haziran 2011

       Şehirden uzak, tepe bir yerden bakıyorum ona doğru.
       Üstünde bir sis, bir uğultu...
       Geçmişte sevmezdim kırı, bayırı, ondan uzaklaşmayı.
       Şimdi ise tam tersi, uzaklaştığımda daha mutlu oluyorum.
       Boğuluyorum, bu şehir sanki benim doğduğum şehir değil.

        Nasıl da kıydılar altında koşturduğumuz ulu çam ağaçlarına Atatürk Orman Parkı'nda.
       Ya mahallemdeki bakkal amcaya!
       "Duydunuz mu? İki sokak ötede oturan Fatma Hanım hastaymış!"
       "Duymadım! Hemen anneme söyleyeyim, o çok sever Fatma Teyze'yi. Oradan on yumurta alabilir miyim?"
       Kurban ettiler her birini koca marketlere.
       Önce raflardaki ürünler değişti, sonra marketlerin isimleri.

        Liseye giderken, mis gibi kokardı önünden geçerken ince kıyım sucuklu tostu ya da kışın sahlepi.
        Belki de o da dayanamayacaktı, olmasa muhteşem Roma Dondurması.
        Faytonla panayırdan dönerken; elimde susamlı helva, tekerleklerin Cumhuriyet Caddesi'nin döşeme taşlarını aşarken çıkardığı ses ninni oluyor kulaklarıma sanki.
        Panayır, alışveriş merkezlerine; döşeme taşları, asfalta kurban olmuş.
        Faytonsa; son model araba, hem de hepsi yabancı marka. Oluk oluk para ithalata akar olmuş.

        Ayağımda o hafif pembe çizgili Rekor Amca'nın spor ayakkabıları.
        Elleriyle yapar, dizerdi sıra sıra dükkânına.
        Önünden geçerken kokan deri kokusu hala burnumda...
        Şimdi eğiyor başımı, bakıyorum ayakkabılarıma; onlar da "İthaliz!" diye bağırarak bakıyorlar gerisin geri bana.

        Düğme, kurdele mi lazım? Doğruuuu, Naime Teyze'ye.
        Düğün mü var? O zaman bohça görülürken yenir, adettir mis gibi helva Şekerci Şanver'de.
        Döner Şölen'de...
        Pide 14 de...
        Köfte açık tribünün önünde... Namı diğer "tükürük köfte"...

        Kar yağdı mı, üşür ayaklar. Mes lastik vermek için bekler çift kapılı esnaflar.
        Bayram arifesi adettir; her zaman gittiğimiz hamam, şimdi olmuş ayakkabı mağazası tas tamam.
        Raflarda da hep Çin yapımı ayakkabı...
        Bari o günleri bize hatırlatan müze olsaydı.

        Ahşap hal ve kokusu hala hatırımda...
        İçeride uçan güvercinlerin düşen tüyleri, ahesle inerdi sallana sallana.
        İçinden geçerken o renk cümbüşü, pazar esnafının çığırtkan sesi.
        "Patateye gel patateye!"
        Adapazarı'nın kabağı, Seben'in elması, Soku'nun ıspanağı, aşağının patatesi...    Hepsi de yerli mi yerli.
        Onlar da kurban oldu mazota, gübreye, markete...

        Halden çıkar çıkmaz, sağımızda görürdük "Özbesler" kasabı.
        O taptaze etlerden çok, tavanındaki pervane dikkatimizi çekerdi.
        Alırdık haftalık etimizi, "Yerli mi?" diye sormadan.

        Unutmadan, Abant Davos olacak hırsıyla Sayın Valiye, kıyıları da mahkûm olmuş şu bizim sarı malzemeye.
     
        Ya insanlar?
        Ellerinde yemek tencereleri, aşureler, lokumlar; sokak sokak dışarıda dost ararlar.
        O zamanlarda kapılar herkese açık; şimdi de sorsanız, tüm kalpler birbirine kırık.
       
        Duydum, bizim yerli market "Yılmar"; olmuş sana "Adese"!
        O da dayanamadı ne yazık ki her şey gibi küreselleşmeye.

                                                                            

    Yorum yazın

    İsim (Gerekli)
    Yorumunuz (Gerekli)

    Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.

     

    Yazarın diğer yazıları

    GÜNÜN SÖZÜ

    Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.

    SON YORUMLAR
    Sağlık İlaç Gıda Takviyesi Siyah Sarımsak